Uzun yıllar Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim üyesi görevinde bulunan ve emekli olduktan sonra Türkiye Ormancılar Derneği Antalya şube başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Tuncay Neyişci, 94’ncü haftanın Salı Sohbeti konuğu oldu. Özellikle çevre konularına duyarlı olan Orman Mühendisi Neyişci, orman yangınlarıyla ilgili bilimsel çalışma da yapıyor.
Kendinizi göçebe öğretim üyesi olarak tanımlamışsınız. Bunu bir anlatır mısınız?
Bu biraz üniversiteyi eleştirel bir yaklaşım da olur. Övündüğüm şeylerden bir tanesi, pek çok kişi üniversiteye girmek için müracaat eder. Ben müracaat etmedim. Çok saygı duyduğum Tuncer Karpuzoğlu bir gün beni aradı. Gel, dedi seni üniversiteye alalım dedi, Çevre Kurumları Araştırma Uygulama Merkezini kurayım diye. Sene 1990 ya da 1991. Onun için bundan gurur duyarım. Bir üniversite rektörünün beni üniversiteye çağırarak kadro vermesi bana göre çok özel bir şeydir. Tuncer Karpuzoğlu’nu o yüzden bu durum benim gözümde çok saygıdeğer birisi yapar. Öyle girdim. Tabi benim mesleğim gereği bir Orman Mühendisliği yapmışsınız, ekoloji üzerine akademik çalışmalar yapmışsınız. Üniversiteye girdirdiğimde ben doçentlik sınavlarına girmek için dosya hazırlıyordum. Doçent olmak üzereydim. Benim akademik olarak Fen Edebiyat Fakültesi’ne girmem lazımdı. Nitekim çağırdı Fen Edebiyat Fakültesi’nin yetkililerini falan. Tanıştırdı beni. Tuncay’ı alacağız, şu şu şu görevleri vereceğiz. Varsa herhangi bir şey burada söyleyin. Yoksa bir daha sonsuza kadar konuşmayacaksınız. Ama ne diyeceksiniz burada söyleyin dediler. Olur, gelsin dediler. Girdik biz. Ben iki dil konuşan birisiyim. O dönemde dergilere, gazetelere, televizyonlara gidiyorum. Uluslararası toplantılara falan çağırıyorlar beni. Ondan sonra sıra geldi ben doçent oldum. Kadrolar verilecek. Bu tür şeyleri kafama takmam pek. Ben şimdi kartını çıkarıp göstereyim doktor yazar. Profesör değil. Öğretim üyesi olduğunuz için profesör yazar. Ben hiçbir zaman profesör falan demem. Duymamışsınızdır zaten. Doçentlik kadrosu verilecek. Bakıyorsun dil bilmeyen, yayınlarını karşılaştırdığınızda benimki kadar olmayan bir arkadaş benden öne geçti. O zaman koyuyor insana. O zaman Turizm Fakültesi'nde iki tane kadro açılmıştı. İlk gittiğim günden beri de Turizm Fakültesi'nde ders veriyorum. Türkiye'de ilk Çevre ve Turizm dersini veren, yüksekokul bizim yüksekokul. Akdeniz Üniversitesi’dir. O dersi veren kişi de benimdir. Türkiye'de ilk defa. Öyle bir tanışıklığımız var. Fen Edebiyat Fakültesi'ndeki oda arkadaşım, orada doçentlik kadrosu açmışlar. Yarın da son gün istersen müracaat et dedi. O dönem, Müdür Cemil Hoca’ya gittim. Hocam böyle böyle dedim. Hemen müracaat ettirdi. Onun için Fen Edebiyat Fakültesi’nden bu nedenle ayrılıp doçentliğini Turizm Fakültesi'nde aldım. Orada dersler falan veriyorum. Profesörlük zamanım gelmiş. Ben de bilmiyorum geldiğini, takip etmiyorum çünkü. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurucu dekanı bir gün geldi. O söyledi bana. Gel seni Güzel Sanatlar Fakültesi’ne alalım, sen sosyal bir insansın. Herkes doğal sanat çizmeye çalışıyor. Doğayı bilmeden olmaz. Bu tür dersleri verirsin dedi. Benim de çok hoşuma gitti. Ben zaten ekolojik mimari konusunda yazılar, çizimler yaptım. Toplantılara çağırırlardı beni. Onun önerisi üzerine profesörlüğüme Güzel Sanatlar Fakültesi’nde geçtim. Düşünün akademide dolaşıp duruyorsunuz. Onun için göçerlik diyorum. Göçerlik de iyidir. Neden? Çünkü farklı değerleri görüyorsunuz. Farklı yerlerde dersler veriyorsunuz.
HOCALAR DA KOPYACI, ÖĞRENCİLER DE KOPYACI
2014’te de son dersinizi verdiniz. Sırt Çantamda Türkiye nedir?
Öğrencilere söylediğim şey, vize sınavında Antalya hariç, Antalya’da daha önce gidilmeyen Elmalı, Gazipaşa gibi 3 değişik yerlere gidin. Gittiğinizi belgeleyin. Gelin burada 5 dakika bir sunum hazırlayın 60 puan alacaksınız dedim. Geçer puanınız. Ben Rekreasyon Yönetimi dersi veriyorum. İngilizce olarak. Gerekçesi nedir? Benim öğrendiğimden çok daha fazlasını öğrensin. 3 farklı yere gitsin. Bir hareket etsin. Ondan sonra arkası gelir. Öğrenciler onun için yerel toplumlara sahip çıkamazlar. Yerel sorunlara sahip çıkamazlar. Üniversitede ki öğrencilere ilk derste yaptığım konuşma, atıyorum Su Ürünleri Fakültesi nerede biliyor musunuz diyorum. Hiçbiri bilmiyor. Kütüphane nerede deyin bilmiyorlar. Böyle bir merak yoksa hayatınızın 4 senesini geçireceğiniz yer hakkında bir merakınız yoksa şehri de, ülkeyi de, dünyayı da merak etmiyorsunuz. Bu göçerlik ruhu verilmediği zaman öğrencilere istediğiniz kadar başarılı hoca olun, neden biz dünya çapında iyi öğrenciler yetiştiremiyoruz o zaman? İşte bu göçerlik ruhu yok. Herkes oturmuş, takılmış yerine kıpırdamıyor. Yani benim yaptığım şey gidin, keşfedin demek. Merak ve eleştirel gözle baktığınız zaman benim ve diğer hocaların size anlatacağından çok daha fazlasını öğrenirsiniz. Bu merak olmadığı sürece siz ne Matematik, ne İngilizce ne de başka bir şey öğrenebilirsiniz. Bunu geliştirmek lazım. ‘Sırt Çantamda Türkiye’ projesini ben Turizm Bakanlığına sundum. Kent Konseyine de sundum. Eğer Türkiye’de eğitimde başarılı olunacaksa Türkiye insanları birbirleriyle didişmeyip, birbirlerini destekleyecek, sevecek hale geleceklerse bu etnik, kültürel, mezhebi parçalanmalar, yaşam tarzı parçalanmaları ortadan kalkacaksa liseden başlayarak bütün öğrencileri Türkiye’yi dolaştıracaksınız. Yaz aylarında okullar kapalı, yurtlar açık. Yurtlara bile ihtiyaç yok. Milli Eğitim ve Turizm Bakanlığı bir proje yapacaklar. Diyecekler ki nereye gitmek istiyorsun sen? Antalya’dan Sivas’a gitmek istiyorum. Diyeceksiniz ki şuradan gideceksiniz orada şu hoca var, şurada yatacaksın. Sırt çantasıyla gideceksin. Yurt bile vermesinler. Okul ona desin ki gel bu sınıfta yat. Aç matını, tulumunu. Tuvaletin burada, duşun burada. Güvendesin yani. O maceracı ruhu yaratacak insanlarda. Kontrol altında, takip ederek belli şeylerde gezecekler. Doğu’daki Batı’ya, Batı’daki Doğu’ya gitsin, gelsin. Bakın iddia ediyorum biz üniversitelerdeki eğitmenler olarak anlattığımız şeylerden çok daha fazlasını öğrenmezlerse, PİSA’da sıçrama yapmazsa Türkiye, ben diplomamı yerim. Biz zannediyoruz ki hocanın anlattığı, okuduğu kitapla ilgili. Bunu hepimiz inkâr ederiz ama hocalar da kopyacı, öğrenciler de kopyacı. Buradan bir şey çıkmaz. Çıkmadığı da bakınca görülüyor. Çocuklar gezmeye başladıktan sonra, gezerken nelere dikkat ettiğini öğrenecek. Gittiği yeri okumayı da öğrenecek. Biz şimdi önümüzdeki hafta ilkokullarda başlıyoruz. Doğayı keşfediyorum, doğanın dilini öğreniyorum diye. Çocuk parka giderken farklı konuşacak, bulutlarla ağaçlarla konuşacak. Gezerken o binalar, o insanlar, o giyimler her neyse ne söylüyor ne anlıyor onu öğrenecek. Kendi doğasını, kendi toplumunu, her şeyini bütünüyle kendi kültürünü öğrenecek. Bundan büyük hiçbir eğitim yoktur. Bana hiç kimse aksini iddia etmesin. Ben öğrenciliğimde 1968 senesinde, o dönemlerde çok zordu yurt dışına çıkmak. Bir sınavı kazandım çok zordu o zamanlar. İsveç’e göndereceklerdi beni. Oradan sonra bir şey oldu Almanya'ya gittim. Üç arkadaş beraber gittik. Üç buçuk ay Almanya'da kaldık. Üç buçuk ayda Almancayı öğrendim. Bir tane arkadaşım Almanca bildiği için gitti. Ben İngilizce bildiğim için gittim. Ben üç buçuk ay içerisinde aileyle her şeyi konuşuyordum. Bunu övgü için değil anlatmak için söylüyorum. Gittik bize bir tane yer verdiler. Ormanda staj yapacaktık. Kulübe gibi bir yer verdiler. Her şeyi verdiler. Sıcak suyu bilmem nesi her şeyi var. Ama en yakın kafe 500 metre ilerideydi. Öyle bir yerde otursan para vermeyeceksin bir şey vermeyeceksin. İnsanlarla nasıl temas edeceksin? Yabancı dili nasıl öğreneceksin? Ben burada kalmam dedim. Gazeteye İlan verdirdim. 6 kişi falan müracaat etmiş o zaman. 4 çocuğu olan bir ailenin yanına gittim. Sabahtan akşama konuşuyorduk. Annem kadar sevdiğim birisiydi. Öğrendik. Buradan onu anlatmaya çalışıyorum. İçinizde o göçerlik ruhu varsa, o her şeyin içerisinde vardır. Yani dil öğrenmenizi de sağlar. İşin ruhla ilgili olan tarafı bu. Üç buçuk ay bitti. Birer bavulla gitmiştik Diğer iki arkadaş iki bavulla geri döndü. Ne yaptınız? Kasabaya gittik falan. Berlin'e bile gelmemişler yani. Ben oralara gittim. Benim elimde bir tane bavulum vardı, biletim vardı. Oradan Venedik’e Venedik’ten Marsilya’ya. Bindim Truva feribotuna İzmir'e geldim. O yaştan başlıyor. Diğerleri para biriktirdiler. Bavullarla götürdüler. İşin ilginç tarafı da budur. O arkadaşlarımın o dönemde getirdikleri neyse çoktan çöpü boyladı. Anlatacak hiçbir şeyleri yoktu. Aldıkları her şey çöpe gitti. Ama beni görüyorsunuz anlatabiliyorum ve acayip keyif alıyorum. Hangisi daha değerli? Bu değerleri anlatamıyorum. Daha sonra 1983 senesinde üniversite beni bir kez daha yurtdışına gönderdi. 2 dil bilen çok adam olmamasına rağmen bir kere gittim. O da politik bir eleştiri olarak algılanabilir. Hollanda'ya gittim. Türkiye'deki maaşını çalışıyor. Oradan bize burs veriyorlar. 10 tane de Türk arkadaş vardı. Uluslararası bir eğitim. Dilimde tüy bitti oradaki arkadaşlara. Paris burası Amsterdam burası atlayın gidin demekten. Hepsi yemeden içmeden kesilip para biriktiriyorlardı. Eşim de geldi ilk kızım 3 yaşındaydı. Avrupa'nın altını üstüne getirdik. 1968'de benim Avrupa’nın görmediğim kasabası yoktur. O kadar yani. Sonra da ailemle bir daha dolaştım. Bu arkadaşlar Amsterdam'a bir defa gitmişlerse gittiler. O göçerlik ruhu dediğim, Tuncay Neyişli bir şey söylüyorsa arkasında bunu arayın. Tuncay Neyişli, çok yurtdışına gidiyor diyorlar. E çağırıyorlar ben de gidiyorum. Bunda övünülecek bir şey yok. Yurt içine de gidiyorum ama yurtiçi ilgi çekmediği için bir şey demiyorlar. O zaman başarı diyorsanız bu başarı göçerlik ruhundandır. Ama bu göçerliği farklı insanlarla bir araya gelme, farklı kültürlerle temas etme, farklı şehirlerde yaşam alanlarını öğrenme olarak görmek gerekir. Benim esas bahsettiğim şey budur. Benim ‘Sırt Çantamda Türkiye’ projesini Türkiye uygulamak zorundadır. Milli eğitim projesi budur. Bu insanlar gezecek.
İlkokul öğrencileri için doğayı keşfediyorum projesi Milli Eğitim ile ortak bir proje mi?
Protokolü gönderdim. Milli Eğitim'den Müdür Yardımcısı Mehmet Bey eski tanıdığım birisidir. Onun desteğiyle yapılıyor. Ar-Ge birimi ile beraber 2 tane okul belirledik. Bir pilot çalışma olarak yapacağız. Burada biz çocuklara bir şey öğretmeyeceğiz. Çocuklar kendileri öğrenecek. Doğayı merak edecek. Mesela ağaçla nasıl konuşulur, bir taşta nasıl konuşulur. Etraflarındaki şeyi öğrenecekler.
UYGUN YER GÖSTERELİM DEDİK
Sizin hassas olduğunuz hidroelektrik santraller, ocaklar var. Ormanların yok olması gibi. Bu konudaki mücadelenizde neler yaptınız? Alakır Vadisi hala gündemde. Neler yapıyorsunuz bu konuda?
Antalya'nın ilk çevre derneğinin kurucusu, ilk çevreci olarak eski kişiler tarafından öyle bir adlandırmam var. Biz o dönemler Türkiye tabiatını kurduğumuz dönemler de önceden Hediye Hanım vardı. Sonradan Murat Bulat katıldı. Biz hiçbir şekilde nedensiz karşı çıkmadık hiçbir şeye. Çaltıcak mesela. Bunun karşısındaki de o zaman cumhurbaşkanının kapısını çalmadan giren biriydi. Gayet rahat oturduk konuştuk. Dedik ki biz hiç karşı değiliz. Size daha uygun yerler gösterelim Çaltıcak’la ilgili. Orası Antalya ve çevresinde yaşayan insanların potansiyel plajları. Siz Antalya’da olacaksınız da rahat rahat ağaçların içinde denize giremeyeceksiniz. Olmaz böyle bir şey. Belek'te olan Kemer’de olan durum bu.
ENERJİ AÇIĞI TASARRUFLA DA ÖNLENEBİLİR
Yani karşı gelmiyorsunuz ama mücadeleniz alternatif öneri üzerine oluyor değil mi?
Alternatifle işte. Buradan maden ve taşocakları ile ilgili mücadeleyi anlatayım. Benim bütün çevre hareketlerinde eleştirdiğim şey ve çevre hareketi bugün eski gücünü, inanılırlığını kaybetmesinin arkasında bana göre bu vardır. Çünkü kolaycılık da ve sloganlarla yapıyoruz. Alakır’da ne söyleniyordu? Burada endemik bitkiler var. Genelleme yaparak söylüyorum çoğunlukla bunlar inandırıcı değil ve çoğunlukla gerçek değil. Endemik dediğiniz zaman neyi kastediyorsun? Nokta endemik ise, sadece orada bulunuyorsa bunun söylenmesi lazım gibi. Bu ağaç kesiliyor. Bize orman mühendisi olarak bu ağacın nasıl kesileceği öğretiliyor. Mesele ağacın kesilmesi değil. Ne için kesiliyor bu ağaç? Başka alternatifleri var mı? Söylemeye çalıştığım herhangi bir şeye karşı çıkıyorsan gerekçelerinin doğru olması lazım. Bir kendinize inandıracaksınız. Yani söylediğim şeye ben inanacağım. Burada hidroelektrik santral yapılmayacak. Şu şu şu nedenlerle. Ama bana ağaç kesiliyor, endemik bitki falan dediğiniz zaman inanırlığını kendileri de hissetmiyor zaten. Kendiniz hissetmediğiniz zaman bunu başkasına anlatmak da zorluk çekersiniz. Gümbür gümbür gidiyor adamlar. Siz basına çıktığınız zaman başarılı olduk diyorsunuz. Öyle başarılı olsaydınız kevgire dönmezdi bu ülke. Bu ülkenin suya ihtiyacı var, enerjiye de ihtiyacı var falan. En azından şöyle bir tartışma başlatılmış olsaydı. Bunları söyledim ben bazılarına. Alakır’da veya başka bir yerde. Ne yapacaksınız siz burada? Elektrik enerjisi üretilecek. Ne kadar enerji üreteceksiniz? Pek fazla bir şey değildir oradan üretilecek olan. Arkadaşlar gelin Finike, Kumluca ilçesi olarak enerji tasarrufu kampanyası başlatalım, buradan üreteceğiniz enerjiyi tasarruf edelim denilebilir. Köprüçayı üzerine baraj yapılacaktı. Oraya da bir sürü tepki vardı. Yine orada endemik bitkiler var, ormanlar, ağaçlar kesilecek bir sürü bir şey söyleniyordu. Makale yazmıştım. Turizm Fakültesi'ndeki öğrencilerimi gönderdim. Birkaç tane büyük otelin kullandıkları cihazları klimasından tutun da faks makinesine kadar markalarını, yıllarını aldılar getirdiler bana. Uluslararası kaynaklardan onların enerji tüketimlerini inceledim. Bir hesap yaptım. Turizmciler de istiyorlardı o zaman elektrikler sık sık kesiliyordu o zamanlar. Bu oteller kendilerini yaparken sürdürülebilir diyorlardı ya kullandıkları buzdolabını, klimasını, faks makinesini enerji verimliliği üreten şekilde koysalardı. o zaman daha fazla para ödeyeceklerdi. O zamanlar o kadar fazla da değildi. Orada yapılması planlanan barajın üreteceği enerjiyi 8 ayda tasarruf ediyorlardı. Milyonlarca lirayı boşuna ödüyorlar. Eğer o barajın yapılmasından vazgeçilirse ben temiz enerji sempozyumularında da sundum bunu. Nesnel modeller üzerinden çalışıyorsunuz. Parayı gereksiz yere ödüyorsun. Tasarruf edebilirsin. Hem o zaman kendine çevreci diyebilirsin. Daha az enerji harcıyorum, bütçem de buna gösteriyorum, bir de üstelik orayı berbat etmiyorum. Sanayicilere ben karşı çıkmam. Bunlara karşı çıkacak olan akademisyenlerdir. Ama bunların da gerçekler üzerine dayanan bir strateji olması gerekiyor. Gazeteye çıkacak haberlerle falan değil. Söylediğiniz her şeyin bilimsel olarak, gerçek olarak bir karşılığının olması gerekiyor. Çevrecilerin bana göre itibar kaybetmelerindeki temel neden bu. Bu taş ocakları ile ilgili de söyleniyor. Bir tane üniversite hocası onunla ilgili çalışma yapmıyor. Finike'de güzelim ormanların içerisinde, makilik bile olsa mermer ocakları yapıyorlar ve diyorlar ki biz buradan para kazanıyoruz. Onun üzerindeki makiden elde edilebilecek maddi değerler, ekolojik değerler hariç onları da söyleyin. Burada ne yaptınız? Yılda ne kadar kazanacaksınız onu söyleyin.
Ben makilerle ilgili bir çalışma yaptım. 1 hektarlık alandan 5 senelik rotasyonla kesiyorsunuz. Maki öyledir kesersiniz kendi kendine çıkar. Ben sandallar üzerine yani çilek dediğimiz şeyler üzerine bir çalışma yaptım. 1 hektarlık alanda yılda 2 bin 220 litre petrole eşdeğer enerji elde ediyorsunuz. Sizin Kumluca’da, Finike'deki mermer ocaklarının her alanını 2 bin 200’le çarpın, bunun üzerine petrol fiyatları ile çarpın bu kadar para ediyorsunuz. En azından onunla kıyaslanabilecek bir rakam elde ediyorsun. Bu sene orman yangınları çok arttı değil mi? Bir ormanları içerisinde çok fazla taş ocağı yapıldığını, hidroelektrik santrali yapıldığını iddia ediyor musunuz? Ormanın içerisinde ne kadar çok tesis sokarsanız, ne kadar çok insan girdirirseniz yangın riskini o kadar çok arttırırsınız. Üstelik bunların üzerine hiçbir eğitim çalışması yapmıyorsunuz. O koca koca araçlarla giriyorlar. O araçların egzozlarından çıkan kıvılcımlar var ve o araçları kullananlar ağır sigara içicilerdir. Yangın riskine arttırıyorsunuz. Adrasan'da yangın oldu. Şudur budur diyorlar. Bunların doğru dürüst araştırıldığını da söylemiyorum. Orman içerisinde verilen her maden ocağı veya çöplük olsun ne olursa olsun oradaki yangını riskini arttırır. İkincisi yangınlarla ilgili mücadeleye başladığımız zaman eskiden biz gidip ormanı söndürüyorduk. Başka bir şey yoktu. Şimdi önce maden ocağındaki insanların canını kurtaracaksınız. Evlerdeki insanların canını kurtaracaksınız. Arka tarafta orman yanıyor. Yangının büyüme nedenlerinden bir tanesi budur. Çevreciler bu kadar büyük bir perspektiften düşünmediği için ağaç kesiliyor, endemik bitki var demekte kalıyor. Geçin bunları. Kendiniz bile inanmıyorsunuz buna. Ben bunu söyleyenlerin kendilerini bile biliyorum. Mevlana'nın dediği gibi “yeni şeyler söylemek lazım, gerçeğe dayalı yeni şeyler söylemek lazım.” Yoksa çevreciliğin sonu affedersiniz biraz ağır olacak ama soytarılığa dönüyor.
ORMAN YANGINLARI BİLİNÇSİZ
2 hafta önce orman yangınları ile ilgili bir yazı yazdınız. Ama Alanya tarafındaki ormanlar ile alakalıydı. Oradakilerin farkı ne?
Geçen sene Adrasan'da ilgili hazırlamıştım. Kamuoyunda çok tartışıldığı için yazdım. Domaniç yangınına gittim. Vaktim olsa Muğla'daki yangına gidecektim. Sapadere’ye gittim. Bazı yerleri de seçiyorsunuz. Gitmeden önce Google haritasına bakıyorum. Orman Bakanlığı bir sürü para verdi. Burada da var bir tane. Ayda kaç para veriliyor bütçesini bir sorun. 700-800 bin liralık bir para harcanıyor. Elektronik aletler, eğitim merkezi bilmem neler falan. Ben sadece Google haritalardan bakıyorum. Haritalardan baktığımda o yangının ne kadar sürede söndürülebileceğini tahmin ediyorum. Sapadere yangınının 2, 3 saat içinde söndürülmesi mümkündü. Neden? Çünkü arkası kapalı. Rüzgâr geliş yönleri belli. Bir sırttan geleceksin, yangını oradan kapatıverin. Bitti. Bu tipik yangın olduğu için diyorum. Domaniç’e gittik. Orası için 20 tane helikopter geldi. Bunun bir maliyeti var. Amerika'nın yangın söndürme maliyetlerinin 3 misli üzerindeyiz. Domaniç’e gidiyoruz yangın sönmüş bitmiş. Etrafta yanacak bir şey yok. Helikopterle soğutma işlemi yapıyor. Büyük para bunlar, olacak şey değil. 22 tane yangın bir kurmay deneyim gerektirir. Hangi savaşta 22 tane helikopter kullanıyorsun? Fotoğraflara bakın su havuzundan helikopterler su almak için hava da sırada bekliyor. Dünyanın parasını harcıyor. Demek ki düzen yok. Halbuki bunlar mühendislik alanı. Mühendis kaç tane helikopter gelecek, ne zaman gelecek bunları hesaplar. Ben gittiğimde söyledim. Sapadere yangını 3 saat içinde tutulur dedim. Domaniç 4 saat içerisinde rahat tutulacak bir yerdi. Yangının çıkış yerini bakıyorsunuz. Gidiş yerine bakıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz. İşletme ile halk arasındaki çekişmeden dolayı sıkıntılar çıkıyor.
Karar verici olarak idareciler bunu düşünemiyor mu?
Ben 1994 yılında Gelibolu orman yangınları ile alakalı bir yazı yazmıştım. Bunların hepsinini o dönemlerden yazıyoruz. Orman Bakanlığı orman yangınları bakımından dünya çapındayız falan diyorsa da, hayır tam tersine, bana göre giderek deneyim kaybediyorlar. Dün yine Kemer tarafında bir yangın vardı. Helikopter gitti Oradan biliyorum. Benim evimin üzerinden uçuyorlar. En ufak bir yangına helikopter gönderirseniz helikopter yangın söndürmez. Biz herşeyi helikopterle söndürmeye çalışıyoruz. Oysa kara gücü ile söner yangın. Amerika'da falan da en geçerli şey budur. Helikopter gider, ön keşif yapar. Ondan sonra ilk müdahale edecek ekipleri götürürsünüz. Ama biz helikopterle söndürmeye çalışıyoruz. Aldığı 2, 3 ton su. Bunların da ne olduğunu bilmiyorum. Bizi çağırmıyorlar zaten. Ben eleştirel yazıları yazdığım için bana haber vermekten de çekiyorlar. Hâlbuki en büyük eksiklik budur. Orman Bakanlığı halka güven sağlayacak. Kumluca yangınını 3 misli daha küçük gösteriyor. Biz gittik baktık. Bin 600 hektardan aşağı değildir dedik. 350 hektar diyorlar. Oradaki köylü yutar mı bunu? Yoldan geçenler yutar mı? Bunu söyleme gerekçeleri ne? Belki bölge müdürü kendisini başarılı gösterecek. Ama yalan söylüyor. Gazetelerde de çıktı. Bakan bilmez bunu. Bürokratları bilir. Onun için bakanın hiçbir suçu yok. Ama bakanda böyle bir şey ortaya çıktıktan sonra hesabını sormak zorunda. Siz o güvenirliliğiniz kaybettiğiniz andan itibaren bu fiziksel bir şeyde bile yalan söylüyorlar gibi şeyler çıkıyor. O zaman siz nasıl inandıracaksınız? Orman Bakanlığı ne diyor? Yaz geldi ormana girmek yasak. Ormanda piknik yapmak yasak. Yasakla çözemezsin. Yasak toplumla sizin aranızdaki ilişkiyi açar. İster orman köylüsü olsun, ister piknik yapmaya giden şehirli olsun. Kazara bir ses duyarsın, bir şey olur ateşi söndürmeden gidersiniz.
GERÇEKLERİ SÖYLEYECEKSİNİZ
Türkiye’deki en istikrarlı bakan da Veysel Eroğlu. Başarısından dolayı mı bu kadar istikrarlı?
Ben onu bilmiyorum ama uzun dönemden beri bir bakan olarak burada duruyorsa ve mühendis ise özellikle de DSİ’den geliyorsa, benim şimdi sorduğum soruları Veysel Hoca’nın kendi teşkilatına mutlaka sorması gerekirdi. Çok basitte bir örneğini vereyim. Hangi yerde ne yapılırsa Veysel Bey bunu çok iyi bilir. Bir baraj yaptığınız zaman büyüklüğü ne olursa olsun bu kadar taş gidecek, bu kadar su depolanacak inşaat bu kadar sürecek. Bakın bu inşaat sırasında ya 2 kişi ya da 3 kişi ölür. Onu bile mühendislik hesap eder. Böyle hesaplarda riskleri bile hesap ediyorsunuz. Yani bütün bunları raporlara yansıtmış bir şeyden geliyor. O zaman siz şimdi orman yangınları ile mücadele ediyorsanız, bu sene orman yangınlarında iki kişi hayatını kaybedebilir. Bunlar 80 yıllık istatistikler. Bakan olarak 14 seneden beri oradaysanız çıkacak yangın sezonun başında şunu söyleyecek: arkadaşlar bir bakan olarak söylüyorum. Bu sene Türkiye’de bin 200 tane yangın çıkacak. Bu yangınlar da 20 bin hektar alan yanacak. Bizim hedefimiz bunu 15 bine, 5 bine düşürmektir. Bunu ben söylemiyorum 80 yıllık istatistikler söylüyor. Ama bir mühendisin söylemesi gereken şey budur. Gerçekleri söyleyeceksiniz. Sadece çevreciler değil bu ülkeyi kim yönetiyorsa, gerçekler üzerinden siyaset yapılacak. Bu doğayla ilgili olduğu içinde kolay bir şey değil yani.
Mart, Nisan’da ciddi anlamda bir personel alımı yapılıyor. Yangın sezonu geçince de işten çıkarmalar başlıyor. Bu insanlara da ciddi maaşlar veriliyor. Her sene değişen bir personel var. Bu doğru bir yaklaşım gibi gelmiyor. Deneyimli eleman kalmıyor. Aldığınız elemanları 12 aya yayıp, dediğiniz önlemlerin alınması için ciddi mücadeleler yapılabilir. Biz o zaman kendimiz doğru mücadele etmiyoruz doğru mu?
Doğru. Belli büyük yangınlarda ABD, Avusturalya gibi ülkelerde de deneyim, birikim çok fazladır. Orman yangını ile mücadele etmek zor bir iştir.
Bölge müdürü olmakla yangının başında durmak farklı şeyler. Bölge müdür olarak başarılı olunabilir ama yangın faklı bir şey. Bu durumda yangın timinin başında deneyimli insanlar konulmuyor mu?
Konulmuyor. Şimdi rotasyon falan dediler. Türkiye’de ormanların hemen hemen hepsi devletindir. Onun içinde Orman Mühendislerinin tek iş kapısı vardır o da devlettir. Devlet kapısı da biliyorsunuz siyasetle oluyor.
DENEYİM HER ŞEY DEĞİL
Yaklaşık 10 sene önce Gündoğmuş’ta olan yangında 7 kişi hayatını kaybetmişti. Veysel Eroğlu, Antalya’ya gelip bunu sorguladı. Nasıl ölürler diye. O zaman helikopterle bakmaya gitmiştik. Buradaki ormanların çoğunluğu çam. Çam bomba gibi birden patlayım 100 metre ötedeki ağacı yakabiliyor. Bunun önlemi ne olacak peki?
Yerel bilgin varsa bunları zaten biliyor olmanız lazım. Yangına müdahale derken bütün bu bilgilerle müdahale etmeniz lazım. 70’lerde Bucak’ta olan yangında saptanmıştı. Biz ona kıvılcım atması deriz. Kozalak değil de başka şeydir o. 800 metre ileriye kadar atıyor. Türkiye’de bu konuyla ilgili araştırma yapan birisi de yok. Yangına gittiği zaman birinin gelip bu bilgiyi alması lazım. Bu kadar önemli. 3,5 kişi gidip sırf buna bakması lazım. Yapmıyorlar. O zaman deneyim sahibi olamazsınız.
LARA KUMULLARI ÇOK DAHA DEĞERLİ
Menderes Türel, kruvaziyer liman projesi dahilinde Lara Kent Parkı’nı almak isterim dedi. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Benim görüşüm şu; kentle hiç de uyumlu değil. Oradaki Lara kumul parkları ile ilgili Bekir Kumbul döneminde çalışmalar yapıldı. Rafa kaldırıldı. Oradaki plajlar falan onun planlamaları sonucunda yapıldı. Oradaki kumullar ve oradaki kızılçam ağaçları elle yetiştirilemeyecek kadar güzel, eşi bulunmayan bir şey. Endemik türler deniliyor ya o ormanın kendisi endemiktir. Dünyanın başka yerinde olsa bu, başka bir kentin başka yöneticisinde olsa bu valisi veya belediye başkanı, orasını bu kent kimlik özelliği olarak katar. Aynen falezler olduğu gibi. Falezler buranın ne kadar kimlik özelliğiyse, Lara kumulları ve o kumulların üzerindeki orman eski şekilleriyle, Antalya’nın kimliğine girmesi gereken yerlerdir. Kruvaziyer limanı yaparsınız her yerde. Yani orada o doğal yeri bozmanın bir anlamı yok. Gidersiniz orada Kundu’nun orada bir sürü yer yaptınız. Denizin kenarına mümkün bu. O otellerin arasına bir işkile yapın. Perge’ye de, Aspendos’a da yakın. Oradan Antalya’ya da gelirsiniz. Kurvaziyer limanı her yer yaparsınız ama bu Lara kumullarını başka yere taşıma imkânın yok. Onun için orasının böyle boş durması da çok yanlış. Bu kentte yaşayan biri olarak oranın mezbelelik halde durması benim çok onuruma dokunuyor.