YARIN ANTALYA’NIN KONYAALTI SAHİLİ OLMAYACAK
Salı Sohbetleri’nin 100. konuğu olan Jeoloji Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Ali Keleş oldu. Keleş, merak edilen tüm soruları yanıtladı.
630 ÜYEMİZ VAR
Kaç üyeniz var? Üyelerinize ne gibi hizmetler verebiliyorsunuz?Jeoloji Mühendisleri Antalya Şubesi, Antalya ili dışında Isparta ve Burdur’daki üyelerimizi de içerisinde alan bir şubedir ve 630 üyemiz var. Bu üyeler genelde serbest, kamuda çalışan ya da emekli arkadaşlarımızdır. Genelde işsiz konumuzda olan arkadaşlarımız aidat nedeniyle odamız yer alamıyor.
Kendi iç eğitimleriniz ya da üyelerinize sağladığınız imkânlar nelerdir?Üyelerimizle ilgili belirli çalışmalarımızı oda olarak mutlaka olması gerekiyor. Ekonomik gücümüzün yettiği oranda bunları yapmaya çalışıyoruz. Ama yeterli mi derseniz yetersiz. Nedir? Meslek içi eğitim çalışmaları yapıyoruz. Arkadaşlarımızın okullarda almış olduğu eğitimin doğal olarak gelişen bilimsel ve teknik değişikliklerle birlikte bunların uygulanması, programların uygulanması gibi şeyler genel merkezle birlikte yapılıyor.
PARSEL BAZINDA ETÜT ÇALIŞMALARI
Halkın anlaması bakımızdan jeoloji denildiğinde siz neler yapıyorsunuz?Jeoloji yer bilimi demektir. Maden, su etütleri. Jeofizikler daha sonradan ayrıldı bizden. Jeokimyasal çalışmalar. Yerin fiziksel, kimyasal özellikleriyle ilgili hatta tüm gezegenlerdeki çalışmaların kapması jeolojinin içerisinde. Antalya’da en çok gündemimizi oluşturan konu yer altı suyudur. İkincisi de zemin etütleridir. Üçüncü de maden çalışmalarıdır. Ağırlıkları olarak zemin etütleri. Benim Antalya’da hep sorun olarak gördüğüm bir konudur parsel bazındaki zemin etütleri ve bu etütlerin bilimsel anlamda yapılamamasıdır. Bunu yerel yönetimlerle de paylaştım.
EN BÜYÜK TEHLİKE
Hayır. Antalya birinci dereceden başlayan deprem bölgesidir. Biz Antalya merkezi hedef aldığımızda ikinci derece de deprem bölgesiyiz. Antalya’daki zeminde üstteki traverten platosunu kısmen ayırabiliriz ama Lara, Boğaçay bölgesini değerlendirdiğimizde riski oldukça yüksek. Özellikle Kemer, Kumluca, Finike, Demre ovaları. Buralar hem 1. derece deprem bölgesi hem yerleşimler alüvyon zemin dediğimiz zemin üzerindedir. Oldukça sıvılaşma riski çok yüksektir. Bunu da Marmara depreminde yaşadık. Binayı siz ne kadar sağlam yaparsanız yapın. İki üç kat bina yıkılmıyor ama zemin içerisine gömülüyor. Biz buna zemindeki sıvılaşma diyoruz. Antalya’da en büyük tehlike arz eden konu budur. Olası bir depremde binaların sağlamlık konusunda bizim yetki alanımız olmadığı için ona bir şey diyemem ama yapılan zemin etütlerinin sağlıksızlığı nedeniyle, oluşabilecek en büyük kayıplar bu sıvılaşma nedeniyle olacak. Bunun nedeni de, önceden odaların bir sorumluluğu vardı 2013 yılına kadar. Bunu belki abartı yapan odalar da olmuştur. Onu etkisi ile de olmuş olabilir bilemiyorum. Ama meslektaşlarımız geçmişte piyasada çalışan arkadaşlarımız bir rapor ürettikleri zaman bu raporları odalara getirirlerdi ve odalarda bilimsel komisyonlar oluşturulurdu. Bizim odamızda DSİ’de, Karayolları’ndan emekli olan, bu konuda kendini yetiştirmiş kişileri komisyonlara çağırırdık. Bu kişiler haftanın 2, 3 günü belli saatlerde rapor oranına bağlı olarak gelir, bu arkadaşların üretmiş oldukları raporları kontrol ederlerdi. Yani jeoloji mesleği ve ahlaki açısından uygun mu değil mi diye bakarlardı. Uygun değilse raporu eksiklikleri ile birlikte hazırlayan arkadaşımıza gönderiyorduk. Onlar da o çalışmaları tekrar düzeltim, yine odaya getirim ondan sonra işin sicilini verirdi. Bunu yapmak için de odalar belli bir ücret alıyordu. O günkü koşullarda rapor başına 30 lira gibi bir ücret alıyordu, odalar. Bu aldığı ücretin de bir kısmını rapor inceleme komisyonunda çalışan arkadaşlara, bir kısmı da odanın rutin giderlerine gidiyordu. Bu bazı grupları rahatsız etti. Özellikle odaların muhalif duruşu ve hükümete karşı davalar açıp, bunun karşılığında ekonomik darbe vurmak için odalara tüm üyelerin odalara getirip tescilletmesi gereken raporlara, ‘rapor tesciline gerek yoktur’ kararı verdi. Aslında bu karar TMMOB Kanunu’na da aykırıdır. Aslında yasalara aykırı bir şekilde böyle bir karar verildi. Bu yönetmeliğine bağlı olarak, biz bu zorlamayı yapınca piyasada ister istemez düzgün etütler yapmak zorunda kalıyorlardı. Sağlıklı bir etüt yapabilmek için de fiyatlar yükseliyordu. Odanın belirlediği bir fiyat var. Örnek veriyorum, günümüzde parsel bazında zemin etüdü 3 bin lira olması gerekirken, şu anda 800 bin lira. İçinde jeolojisinin, sondajının yapıldığı bir rapor yapılıyor. Dolayısıyla böyle bir raporun gerçekçiliğini tartışmak gerekir.
BELEDİYELERDE MÜHENDİSİMİZ YOK
Haritacılardan sonra biz raporu alıp, yapıyoruz. Zemin etüdü sonrasında proje firmasına zemin değerleri bildiriliyor. Proje firmaları da, yapılan zemin değerlendirmelerinin çok sağlıklı olmadığını bizim meslektaşlarımız da söylüyor. Ama piyasa koşullarında var olup, yaşayabilmek için bunu böyle yapıyorlar. Bu sorumluluk madem odaların dışında bırakıldı hükümet tarafından, bundan sonraki sorumluluk yerel yönetimlere ya da bu işi yaptıran kurumlara bağlı. Bu denetlemenin yapılabilmesi için ben Antalya Büyükşehir Belediyesi ile belediye başkanıyla, Muratpaşa’yla, Konyaaltı’yla Antalya’daki tüm yerel belediyelerle görüştüm. Dedim ki, jeoloji mühendisleriniz yok. Dolayısıyla yapılan zemin etütlerinin denetimini yapan bir tekniker arkadaş -ama jeolojiyi bilmeyen- sadece gelen raporları imzalayan var. Yerine gidip, işi yerinde kontrol eden belediye sayısı çok az. Bunların için kadro tahsisi yapılsın, bunların sorumluluğu sizde olsun. Bu takip edilsin diye birkaç kez görüştüm. Ama ne yazık ki yerel yönetimler bu konuda kulaklarını tıkamış vaziyetteler.
Antalya Birinci, ikinci, üçüncü derece deprem bölgesi diye ayrılıyor. Bizim arkadaşlar diyor ki, taşıma gücü şu olan bir rapor getir. Böyle firmalar var. Dolayısıyla batıda uygulanan bu. Birinci deprem bölgesinde, dolayısıyla binanın taşınabilir özelliğini ona göre hazırlıyor. Binanın demiri, çimentosu sağlam ama zemindeki alt bağlantı sağlam değil. Bu durum Konyaaltı Sahili için de geçerli. Lara, Kemer, Kumluca, Finike, Demre bölgeleri için de geçerli. Buralarda binalar sağlam olacaktır, belki binalara yıkılmayacaktır dediğim gibi ama birinci, ikinci katlar yerin altına gömülecektir. Buna benzer olaylar yaşanabilir.
FALEZLERİN DURUMU
Traverten konusu, falezleri oluşturan kayalar öyle diyoruz. Çay demlediğimizde çaydanlık tabanında biriken bir kireç tabakası var. Bu travertenlerin oluşumun kökeni böyle. Kırkgöz kaynakları var. Bu bölgedeki en büyük yeraltı suyu kaynağıydı zamanında. Buradan çıkan sular bölgenin iklimsel ve suyun kimyasal yapısı nedeniyle karbonatın çökelmesiyle oluşan sular. Kırkgöz suyunun taşıdığı minerallerin çökelmesiyle oluşan sular bunlar. Buradaki sorun sadece sahil ile ilgili sorun değil. Travertenin kendi içindeki tehlikeleri çok daha büyük. Bunları ne yaparız? Eskiden beri bilinen olay nedir? Antalya’da zerzemin olayı vardır. Evsel atıkların hepsi, bir kanalizasyon açarsınız ve yer altına verirsiniz. Nereye gider? Denize gider aslında. Yeraltı suyu potansiyeli o kadar iyi ki, verilen atıkların çoğunu kendi çözüyor. Ama tabi o geçmişteydi. Şehir o kadar büyüdü ki bunu karşılayamaz artık. Bunu minimalize edemez noktaya geldi. Yavaş yavaş denizin içinden de kirlilik unsurlarının çıkmaya başlaması gerekir. Bunun için DSİ’nin geçmiş yıllarda yapmış olduğu çalışmalar vardı. Bu çalışmaların içerisinde öncelikli olarak, Antalya’nın içme suyu kaynaklarının korunması noktasında zerzemin ve kanalizasyon sorunun şehrin merkezinde acilen çözülmesi gerektiği belirtiliyordu. Kısmen bu işlere girildi ama eksik. Yapılması gerek birçok yer var. Bu anlamda baktığımızda travertenler, bu zerzemin olayı dediğimiz metrelerce boşluk var yer altında. Bu boşluklarda çok büyük boşluklar. Belki binayı yutabilecek boşluklar var. Bunlar belgelenmiş. Su hareketi ve özellikle bu evsel atıkların verilmesiyle çözünürlüğü de artıyor suyun. Bu çözülmeyi daha da arttırdı Antalya merkezinde. Dolayısıyla bu boşluklar santimetre ise metreler boyutuna geldi. Buralarda hem içerde hem de dışarıda büyük boşluklar oluştu. Falez noktasına geldiğimize tatlı su ve tuzlu su kamasına geldiğimizde suyun kimyasal yapısı biraz daha çözücü hale geliyor. Özellikle bu tatlı suyun yoğunluğu tuzlu suyun yoğunluğundan daha az olduğu için tuzlu su karanın içerisine gire. Tatlı su kaymak gibi üsttedir. Falezlerde denize girdiğinizde yüzeyde özellikle üşürsünüz. Kendinizi gömerseniz suyun içine o soğukluğu hissetmezsiniz. Bu tuzlu su, tatlı suyun girişimi yaptığı yerlerden. Buralarda ciddi anlamda boşluklar vardır. Bunun en yoğun yaşandığı yerlerden birisi Dedeman Oteli’ne yakın kavşağın yerdir. Orduevi’nin olduğu yerde vardır. Orduevi’nin oradan Yat Limanı’na indiğinizde geçmişte oradaki duvarlar kırılmalar vardı. Onları belediye betonla kapattığı için göremiyorsunuz. Ama neyi görüyorsunuz? Yolun ana kayadan, travertenden çöktüğünü görüyorsunuz. 20, 25 cm çökmeler vardır. Bu kopmanın yılda 1cm’ye kadar gittiğinden bahsediliyor. Burada falezlerde yıkılmalardan dolayı ciddi tehlikeler olacak. Bu bilinen bir tehlike. Bilinmeyen bir tehlike de, biz oda olarak gündeme getirdik. Özellikle Masa Dağı’nın imara açılması noktasıdır. Masa Dağı’nda belki 50, 70 metre derinliğinde 300, 400 genişliğinde çöküntü havzalarını görürsünüz. Bu havzaları oluşumu alttaki karstik mağara sistemin çok büyük olduğunu gösterir ve süreç içindeki üstteki yapıyı taşıyamayacak şekilde altta bir boşluk oluştuğunda orası Konya, Karaman Bölgesinde yaşana olaylardaki gibi bizim Masa Dağı’nda yaşandığını bir belgesi. Buranın imara açılmaması noktasını bahsettik. Su kaynaklarını koruma alanı olarak alınması gerektiğini vurguladık ama çok ciddiye alınmadı. İmar veriliyor bildiğim kadarıyla. Oralarda binalara yapacaksınız. Yükü arttıracaksınız. İnsanlar olacak. Zaten yer altındaki çözülme devam ediyor kayadaki. Çözülme artıkça zemin altındaki zayıflık da artacak. İnsanlarla bu yapılarla birlikte bu çökmeler tekrar gündeme gelecek. Bu gerçekten falezler kadar önem araz eden bir durum.
KIRCAMİ’NİN ZEMİNİ
Kırcami’de Antalya’nın geneline benzer bir zemin yapısı var. Travertendir. Yalnız orada üstte biraz daha alüvyon ve kırmızı toprak dediğimiz terra rossa vardır. Onlar iyi bir zemin etüdü ile kalınlıkları belirlenip yapı ana kayaya oturtulduktan sonra çok fazla bir problem olmaz. Yapılan sondajların burada şöyle bir şeyi var: 15 metre bina yapacaksınız. Zemin etüdünün sondajını 15 metre yapıyorsunuz. Birçoğunda ben biliyorum 3, 4 kat yerin altına gömülüyor zaten 15 metre senin kazanacağın zemin. Alttaki durumu görebilmen için bir 15, 20 metre daha gitmen lazım. Projeye göre sondajın değerlendirilir.
ZEMİNİMİZ METROYA UYGUN
3. Etap raylı sistem başladı. Başkan Türel 4. etabında metro olacağını söyledi. Metro yeraltı demektir. Antalya’nın zemini metroya uygun mu?
Bu konuda Antalya zemin olarak bana göre metroya en uygun zemin. Bir tünel kazma açısından baktığınız zaman en kolay ve en pratik zemin özelliğini taşımaktadır. Kazdığınızda iyi bir etüdü aparsanız problemlerin hepsini aşarsınız. Antalya’daki karstik boşlukların en yoğun olduğu yerler yeraltı suyuna yakın olan yerlerdir. Bizim buradaki mağaralar ve karstik boşluklar 25 metreden sonra başlar. 25’e kadar çok enderdi boşluğu gördüğümüz. Onun için zerzemin sondajlarına bakın deniz seviyesine yakın noktalara inerler. Hiçbir zaman 3, 5 metrede zerzemin sondajı yoktur Antalya’da. Bu boşluklar yer altı su tablasının olduğu yerlerdedir. Ekonomik bir metro çözümü vardır. Üstteki raylı sistemin bile gereksizliğine inanıyorum. Çünkü araç trafiğini berbat etmiştir. Bunun yerine İngiltere’de yer altı metroları var. buradaki ekonomikliğin bir tanesi e Ankara’da ya da başka yerde metro yaparken sağdaki ve soldaki zemin yıkılmaması amaçlı beton blokları, kazıklar çakılır. Boğaçay’ında yapacaklar onu. Birbirine bitişik, barınak gibi beton delik açıyorsunuz. Onun içini demir betonlarla doldurarak yüzeye kadar çıkarıyorsunuz. Korkunç maliyetli bir inşaat yöntemidir. Antalya’da bunların hiçbirine gerek yok. Zemin kendi kendini tutabilecek özelliktedir. Sadece karslaşmanın olmadığı yerler dışında. Onun için metro yapılabilecek en uygun yer Antalya diyebilirim.
BOĞAÇAY DERE ISLAH PROJESİDİR
ASAT’ın görev tanımlamasın baktığımızda su ve kanalizasyon hizmetleridir. DSİ’ye baktığımızda taşkınla mücadele, dere ıslahı çalışması yapıyor. Boğaçay Projesi’nin bütçesi sorumluluğunda olmaması karşın neden ASAT karşılıyor? Bu projeye sadece ıslah çalışmasından ibaret değil mi?Tanım karmaşası baktığımızda yasal anlamda ASAT’ı da belirli yerleşim yerlerinde taşkın korumaya yönelik önlem yapabilir gibi bir maddeleri var. Ama küçük dereler için geçerli. Aslında bu görev tanımlamasında Boğaçay gibi bir çay üzerine düşünülmemesi gereken şeyler. Asıl sorun DSİ’nin sorunu idi. 1999 yıllarında başlayan bir proje oldu. Ama o proje kurum içerisinde de çok tartışıldı. 300 metre olan yatak genişliğinin 260 metreye çekilmesinin bile oluşturacağı tehlikeler çok tartışıldı. Daha sonra uygulamada da 250 metreye çekildi. Bundan dolayı zaten taşkın geldi. Aşağıdaki köprü yıkıldı. Kullanılamaz oldu. Bekir Kumbul’un yaptığı köprü de eski bir köprü olsaydı o da giderdi. Onu kurtaran biraz daha yeni olmasıydı. Asıl sorun taşkın koruma noktasındaki kurum DSİ’dir. 1999 yılından sonra yetmedi DSİ 2008 yılında Boğaçay’ın komple denizden tüm kollarını içine alan bir taşkın koruma ihalesi yaptı. Bu ihaleyi alan firma Ankaralı bir firmaydı. Bu firmanın yapmış olduğu proje çerçevesinde yatak genişliği 260 metre civarında, sedde yüksekliği 8, 10 metre civarında olacak şekilde bir proje yapıldı. DSİ Genel Müdürlüğü tarafında da onaylandı. Boğaçay Projesi adaylığı döneminde de dile getirmişti. O gündeme getirdiği dönemde yine odaların içinde olduğu bir sempozyum yapıldı. Bu sempozyuma da DSİ Bölge Müdürü’ne konuşması yapılması istendi. O zaman DSİ Bölge Müdürü, böyle bir projenin DSİ açısından uygun olmadığı vurgulandı ve kabul edilmez dendi. Ama orada şu vardı: Menderes Türel’in açıklamalarında Boğaçay’ın yatağının 5-6 km kadar içeri çekileceği, böylece bir iç limanın yapılabileceği şeklindeydi. Taslak, avam projeydi. DSİ tarafından da kesinlikle böyle bir proje kabul edilemez dendi. 2009 yılında yapılan proje ile şimdi Menderes Türel’in ihale edip, uygulamaya geçtiği taşkın koruma projesi çok farklı. Hiç ilgisi olmayan projelerdir. Sadece göz boyama ya da insanların ilgisini azaltma projesidir. Yapılan proje taşkın koruma projesi değildir. Dere ıslah denilebilir ama taşkın koruma anlamına getirdiğinizde özellikle bu proje ile birlikte 750 metre birinci etapta denizin içeri sokulması.
İLK GÜNDEN SU KULLANILAMAZ
İçilebilir su kaynaklarımız orada. Bu durumda onlar ne olacak?İlk günden elden çıkacaktır onlar. Kullanılamaz olacaktır. Yaklaşık 200 bin kişinin içme suyunu karşılayacak. Minimum ASAT’ın verileri 300 litre saniye. Bizim bildiğimiz 400, 450 litre saniyede verilen bir sudur, şehir şebekesine. Üstelik Antalya’daki şehir şebekesine verilen en kaliteli sudur. Bilimsel olarak deneyler yapılmış. Bununla ilgili AÜ Çevre Mühendisliği tarafından yapılan bir doktora çalışmasın Antalya’nın içme suyu kaynakları irdeleniyor ve bunun sonucunda rapor halindedir. Antalya’ya verilen en kaliteli sudur. Biz bu projeyle bu suyu yok ediyoruz. Bu çok net. 2, 3 hafta önce de açıklama yaptılar. Orada da söyledim açıkça bu suyu yok ediyorsunuz diye. Böyle bir suyu, böyle doğal bir kaynağı kimsenin yok etmeye hakkı yoktur dedim.
DSİ’NİN YAPMASI GEREKEN PROJE
DSİ’nin yapması gereken projeyi Menderes Türel, bana göre burada bir rant uğruna kurumun ellerinden almıştır ve kendileri bir şeyler yapmaya çalışmaktadır. Ama yapılacak bu iş bir taşkın koruma, taşkın önleme projesi değildir. Ben iddia ediyorum. Bu haliyle yapılacak projenin bir geleceği de yoktur. Yani bu proje bakarsınız bir yoğun yağmur yağar, bir feyezana bir günde olur. Trilyonlarca yatırdığınız para bir günde yok olacak. Bir de can gidecek. O da ayrı bir konu. Boşa verilen bir paradır. Belli bir inşaat sektörünü doyuracak bir paradır.
ÇARE OLARAK YENİ KUYULAR AÇIYORLAR
Biz susuzlukla karşı karşıya da kalabilir miyiz?Böyle bir olayın olabileceğini bildikleri için şimdiden tedbir alıyorlar. Kovanlık Köyü’nün girişinde bir bölge var. Orada 36 tane kuyu açılıyor. Her yapılan iş veya inşaatın bir yerlere zararı olacak, bir yerleri yok edecek. Boğaçayı’nın telafisi için orada kuyular açılıyor şu anda. Kendi ifadeleriyle halk bilgilendirme toplantısında söyledikleri gibi, Duraliler kuyuları şu anda 3 bin 200 litre şehir şebekesine su veriyor. Yani burada ki debiyi de düşürecekler. Ama kuyular 60 metre civarında açıldı DSİ tarafından. Traverten kayaları üzerinde açıldı. 55, 60 metrelerden sonra kirli bir seviyeye geliniyor. Bu kuyuların hepsinde 14 inçlik borular 12 inçlik pompalar var. Saniyede 100 litre çekiyor. Yaklaşık 39 kuyu var 3 bin 900, 3 bin 800 litre çekiyor. 3 bin 900 litre kapasitesi var, Duraliler’in. Şu an 3 bin 200 litre şehir şebekesine veriliyor. Sürekli 39 tane kuyu olduğu için düzgün verilmesi gereken su tablası bizim düşüm konisi dediğimizde olduğu gibi kuyuların olduğu su tablasında çökme meydana geliyor. Sürekli su çekildiği için kuyuların olduğu yerde ki su tablası yaklaşık 45, 50 metreye kadar düştü. Orada ki su kotu 45, 50 metre. Dolayısıyla deniz seviyesine yakın bir su tablası oluştu orada.
GÜNÜ KURTARMA POLİTİKASI
Evet. 3 bin 200, 3 bin 500 litre su çekmeye devam edersek o kuyularda da tuzlanma tehlikesi başlayacak. Bunun için orada ki kapasiteyi 2 binlere çekmeyi düşünüyorlar. Başka yerler kuyu açarak. Şu an da belediyenin yaptığı bu. Günü kurtarma politikası.
ŞELALE İÇİN SU BAYISIYORLAR
Evet bu tehlike var. 36 tane kuyu Çubukboğazı girişinde açılıyor şu anda. Geçmiş yıllarda bu Kırkgöz kaynaklarının debisi maksimum 35, 36 milyon litre /saniye. Minimum da 20 bin litre. Bu üst platoda DSİ tarafından yapılan göletler Korkuteli ve Burdur havzasıdır, Kırkgözlerin suyunu besleyen havza olarak baktığımızda. Burada Burdur’a Bucak’a Korkuteli’ye yağan tüm yağışların toplandığı drenaj alanı Kırkgöz’den çıkar. 36 bin ile 20 bin arasında olan Kırkgöz kaynaklarının debisi günümüzde bin 500 ile 6 bin 500 litre saniye arasına düşmüştür, en iyi ihtimalle 7 bin, 8 bin. Yazılımda ise bin beş yüz litre. Hatta kuruduğu için Düden Şelalesi’ne su verilemedi, bu sene. Biliyorsunuz Düden Şelalesi sonradan oluşturulan şelaledir. Asıl orada ki su şelalenin altından çıkar. Yaklaşık 10 metre küp civarında ve 10, 12 bin litrelik bir su çıkar, şelalenin hemen altında. O şelaleyi oluşturan su Kırkgözlerden gelen kanallardan oluşan sudur. O şelaleye su verilemediği için alttan pompalarla su bastılar. O kaynaklardan su bastılar.
BÜYÜKŞEHİR CEVAP VERMİYOR
Oda olarak bilimsel anlamda Büyükşehir size bir soru sordu mu? Siz bununla ilgili bilimsel bir raporunuzu sunma imkanı bulabildiniz mi?Büyükşehir Belediyesi’ne oda başkanı olarak bir yazı yazdım. Antalya’nın su kaynakları ile ilgili Batı Çevreyolu olsun, gerekse liman bağlantılı yolu olsun, gerekse Boğaçayı Projesi ile ilgili basında haberler çıkıyor bunların gerçeği nedir? Oda olarak size bilimsel anlamda yardımcı olmak istiyoruz diye. Cevap gelmedi ne yazık ki. Menderes Türel’in olduğu toplantıda da kendisinin yüzüne söyledim.
BU PROJENİN SONU YOK
Gerçeklerden kaçıyorlar. Gerçekler ortaya çıkınca halkın oluşturacağı tepkilerden korkuyorlar. Bu vizyon projesini inkar etmiş olacak. Fırat Nehri’nin yarısı debisinde taşkın olan nehir düşünün. Adı üstünde Boğaçayı. Geçmişten beri almış götürmüş. Şimdi de olacak olaylardır, tarihin mevsimsel dönüşümü gereği. Gün gelecektir. Projenin sonu yoktur derken de bunu ifade etmiştim. Bir taşkın gelecektir. Yapılan yapılar yok olacaktır. Her yıl içinin temizlenmesi gereken bir çaydır.
DENİZİN KİRLENDİĞİ PROJE
Boğaçay’a en büyük endişeniz nedir?Sürekli denizin kirlendiği bir proje olacak. DSİ’nin taşkın projesi değil derken DSİ hiçbir zaman yaptığı dere ıslahlarında eksi kotuna girmez. Derenin veya çayın doğal akışına bırakır. Taşkın olamayacak şekilde yan set ekler. Bu projede eksi kotuna giriyorsunuz. Eksi bir buçuk kotuna kadar. Deniz seviyesinden bir buçuk metre daha aşağıya kazı yapıyorsunuz. Dolayısıyla buraya deniz suyunu sokacaksınız. Tatlı suyun yerini deniz suyu alacak. Dolayısıyla o bölgede ki öncelikle içme suyu kuyuları olmak üzere tarım arazilerin de ki kuyuları, çevrede ki apartman, site, binalarda açılan kuyuların hepsi süreç içerisinde tuzlanacaktır. Tatlı su olan o bölgenin suyu tamamıyla tuz olacaktır. Yeşil olan sitelerin bahçelerinde ki ağaçlar, çimler kuruyup sararacaktır zamanla. Ama zamanı beklemeden kaydedeceğiniz ilk şey içme suyu kuyularıdır. Onu belki 3 gün belki 5 gün içinde kaybedeceğiz o kuyuları. Sürekli temizlenmesi gereken bir proje olacaktır orada. Bir görsel güzellik için Menderes Türel, “Hayır eksi kotuna indireceğim” dedi. Amacınız ne dediğimizde de görsellikten başka bir şey ifade etmedi.
Boğaçay’dan çıkarılan taş nasıl değerlendiriliyor?Bu taşın DSİ’nin oluruyla alınması gerekir. Yani özel izinle şuradan şu kadar almak istiyorum deyip alamazsın.
BOĞAÇAY’DAN MALZEME ALINMAMALI
Boğaçayı Projesi hayata geçirildiği zaman bir gün Konyaaltı Sahili kalmayabilir deniliyor. Böyle bir durumla karşı karşıya kalabilir miyiz?Mutlaka kalacağız. Bunu söylerken geçmişi değerlendiriyoruz. Geçmişte yaşananlara bakıyoruz. Şimdi 1975’lere kadar Antalya çok büyük bir kent değildi. Özellikle 75, 80’lerden sonra turizmin gelişmesiyle Antalya ciddi anlamda gelişen büyüyen bir kent oldu. Dolayısıyla yaklaşma arttı. Boğaçay tüm yapıları inşaat malzemesinin atıklarının alınacağı alan olarak tespit edildi. Ve Boğaçayı yatağı kum çakıl ocağı olarak tahsis edildi. Bu tahsisleri aslında DSİ verirken yüzde biriken 1, 2 metrelik çakılı alabilirsiniz der. Hep öyle vermiştir ama kum çakıl ocakçıları 10 metre, 20 metre kazmıştır. Boğaçayı Projesi’nden çok önce başladı bu kazma işleri. Kum, çakıl ocakları yüzünden göllenmeler oluştu. Kazmalar yüzünden eksi kotlara düşüldü. Boğaçay eskisi gibi kum ve çakıllarını denize bırakmamaya başladı. Bu söyleyeceğim bilimsel bir çalışmadır. 1975 yılından günümüze kadar Konyaaltı sahilinin yapısal değişimleri irdelenmiş. Yapılan irdelemeden 1975 yılından günümüze kadar Boğaçayı’nın denize döküldüğü yerde 28 metre, liman tarafında 84 metre, doğu tarafında varyanta doğru tarafında 44 metreye kadar varan kıyıda küçülme daralma olduğu rapor edilmiştir. Sahilden 84 metre ile 28 metre arasında kayıp yaşamışız. Bunun nedeni Boğaçay alanındaki kum, çakıl ocakları. Boğaçay Projesi’nde malzeme taşınması mümkün olduğu kadar azaltılması gerekir. Yoksa bu projeyi hayata geçirme imkanı olmayacak. Şimdi yapılacak bentleri daha büyük yapmak zorundalar. Bunlarda 3, 5 yıl anca dayanır. Malzeme taşınımı minimuma indirdiğiniz zaman 1975’den beri 84 metreye varan bir kayıp yaşamışız. Bu gözümüzle gördüğümüz kadarı. Dolayısıyla geleceğe dönük Konyaaltı Plajı yoktur. İddia ediyorum.