Salı Sohbetleri’nin konuğu olan DİSK Akdeniz Bölge Temsilcisi ve Genel-İş Sendikası Şube Başkanı Cemal Aybar, merak edilen tüm soruları içtenlikle yanıtladı.
ÖRGÜTLENDİĞİMİZ BELEDİYELER
Sendika olarak örgütlendiğiniz belediyeler hangileridir?
Genel İş Sendikası’nın Şube Başkanı, DİSK’in de Akdeniz Bölge Temsilcisiyim. Sorumlu olduğum ana iller Antalya, Burdur, Isparta. Örgütlülük alanımızda genel hizmetler iş koludur. 20 No’lu iş kolu dediğimiz, ağırlıklı olarak belediyeler ama şu an için temizlik işleri olduğu için Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde de örgütlüyüz. Hatta orada devam eden bir toplu sözleşmemiz var. Gazipaşa, Manavgat, kısmen Muratpaşa belediyelerinde örgütlüyüz. Hemen hemen taşeronlarıyla, kadrolarıyla birlikte Döşemealtı diyebiliriz. Burdur var. Isparta Hastanesi’nde biraz örgütlülüğümüz var. Isparta Belediyesi’nde var. Devam eden örgütlenme çalışmalarımızda söz konusudur. Artık belli bir süreden sonra biliyorsunuz ki, taşeronlar toplu sözleşme yapılamadığı için örgütlenemiyordu ancak şu an için bizim sendika olarak 5 yıl önceden beri hedeflediğimiz alan, aslında taşeron oldu. Çünkü kamuda artık kadrolu personel hemen hemen kalmadı. Her ay 20- 30 emekli veriyoruz. Yerine de norm kadrodan dolayı alım olmadığı için taşeron işçi oranı tüm iş yerlerinde kat be kat fazla durumda. Bu Norm Kadro Yasası’ndaki yapılan değişiklikle kadrolu işçilerin önü kapatılmış oldu. Her geçen gün bu anlamda kan kaybediyoruz. Dolayısıyla örgütlenme anlamında özel sektör ve taşerona döndük.
2 BİN 800 İŞÇİNİN HAKKINI SAVUNUYORUZ
Toplamda kaç işçinin haklarını savunuyorsunuz?
DİSK’ bağlı diğer sendikaların durumunu çok iyi bilmiyorum. Kendi sorumlu olduğum sendikada 2 bin 800 civarında işçinin haklarını savunmaya çalışıyoruz.
TOPLU İŞ GÖRÜŞMELERİ
Toplu iş görüşmelerini yaptığınız yerler nereler?
Şu an devam eden Manavgat Belediyesi kadroluları var. Döşemealtı Belediyesi’nde 3 taşeron firmanın devam ediyor. Hatta bir saat sonra birinin arabuluculuk tutanağını tutacağız. Burdur’un da bu hafta içinde genel olarak tüm maddelerinde anlaştık. Sözleşme metnini hazırlayacağız.
12 EYLÜL’ÜN SONUÇLARINI YAŞIYORUZ
Sendikaların eskiye oranla işçinin üzerinde çok etkisi yok mu?
12 Eylül öncesine dönmek gerekir aslında. Bu konjonktürle ilgili bir şey. 12 Eylül öncesinde DİSK masaya yumruğunu vurduğu zaman ülkeden ses çıkardı. Belirleyici bir unsurdu. O dönemde de üniversitelerde farklıydı. Üniversite öğrencileri, memurlar, işçiler hatta toplum daha duyarlıydı, daha bilinçliydi, daha örgütlüydü. Örgütlü olduğunuz zaman bir güçsünüz zaten. Biliyorsunuz DİSK 12 yıl kapalı kaldı. Yöneticilerimiz idamla yargılandılar. Kolay değil, 12 yıl sonra yeniden açılıyorsunuz. 12 Eylül’ün yaşanmışlığı var. Toplum değiştirildi aslında. Biz şu anda 12 Eylül’ün sonuçlarını yaşıyoruz, aslında. Örgütsüz bir hale, duyarsız bir hale dönüştürüldü toplum. Düşünün ki 4+4+4 sisteminde bir üniversiteden bile ses çıkmadı. İşçi sendikası olarak biz yapıyoruz eylemi, düşünebiliyor musunuz? Bu ülkenin genel durumu ile düşünmek gerekir. Örgütsüzleştirildik ama her şeye rağmen DİSK, örneğin ulusal istihdam stratejisi planı vardı bu hükümetin. Bunun içerisinden kıdem tazminatının kaldırılması, bölgesel asgari ücrete dönüştürerek asgari ücretin kaldırılması gibi maddeler vardı. Biz bunu 6 yıldır dirençli bir şekilde savunuyoruz. Şu ana kadar koruyabildik. Tek DİSK olarak koruyabildik. Bir de yaptığınız eylem görünürlükten çok uzak. DİSK’in OHAL koşullarına rağmen, DİSK’e bağlı sendikaların bile grevi var ama hiçbir medya bunu göremiyor. Çünkü yer verilmiyor. Değer verilmiyor. Şu an nereden baksanız DİSK’in bir yerlerde grev çadır çakılıdır. Ya bir hastane bahçesindedir ya da bir imalathanenin önündedir. Ama bunlar hiçbir zaman görünmez. Maalesef böyle bir gündeyiz. Gazetecilerin baskı altında, cezaevinde olduğu, sansürün sonuna kadar uygulandığı bir dönemde bir anlamda da artık olağanlaşıyor bu tür şeyler.
YEREL YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ
Özellikle yerel yönetim değişikliği olduğu zaman sizin örgütlenmeniz de değişiyor mu?
Evet. En başta Antalya yerelinde bakarsak biz bunu Akseki’de yaşadık. Kaş’ta yaşadık. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nde yaşadık. En çok da ASAT Genel Müdürlüğü’nde yaşadık. Ki ben de ASAT çalışanıyım. Yani bu Bütünşehir Yasası’ndan sonraki sürgünlerden dolayı insanlar baskıyla, tehditle sendikalarını değiştirmek zorunda bırakıldılar. Kimileri bürokratlar tarafından ve kimileri ise yeni gelen yöneticiler tarafından.
GAZİPAŞA’YI KURTARDIK
Gazipaşa Belediyesi’nde böyle bir durum söz konusu olmadı mı?
Gazipaşa’da iyi bir direniş gösterdik. Orayı kurtardık. Gazipaşa’da şöyle bir şey yaşadık; o dönem taşeron işçiler adına toplu sözleşme imkânı yokken hukuken biz orada taşeron işçileri de üye yapmıştık. Yeni gelen yönetim ilk başta 45 kişiyi işten attı. Aynı şeyi şöyle yaptılar: Memur Sendikasını çağırdılar. Feragatname aldılar. Yeni bir protokol yaptılar ve memurların ücretlerini düşürdüler. Aynı şeyi bizden beklediler. Biz de direniş gösterdik. Yapılmış olan toplu sözleşmenin namus olduğunu, bundan feragat etmemizin söz konusu olmayacağını, gerekirse hiçbir üyemiz kalmasa bile bizim geri adım atma şansımızın olmadığını beyan ettik. Hayli baskı uygulandı ama hiçbir arkadaşımız istifa ettirilmedi. Hatta arabulucularla toplu sözleşme yaptık. Grev kararı alacaktık. Daha sonra geldiler Antalya’da sendika şubesinde birlikte anlaştık. Öyle ya da böyle bir toplu sözleşme yaptık. Orada çok enteresan bir şeydir. Taşeron işçiler toplu sözleşme yapamazken biz onlara sahip çıktık. Elimizde çok da güzel mahkeme kararları var. Taşeron işçisiyken işten atılan, davası biten 15 arkadaşımız var. Davanın kararı da şu şekilde geldi; Yargıtay’dan da onaylandı. Asıl işe iade olarak çıktı sonuçlar. Yani taşerona iade değil, direkt belediyeye iade olarak çıktı karar. Devam ediyor zaten davalar. Bu şekilde ASAT’ta da var bir işçi. ASAT’ta taşeronla çalışan bir çaycı arkadaşımız. Bizim üyemiz değil ama doğal olarak biz üyemiz olsun, olmasın tüm işçilerin haklarını savunur, üstleniriz. O arkadaşımıza da ASAT’ta kadrolu olarak karar çıktı. Hala yargının bitmediğini, azıcık da olsa adaletli davranabilen insanların olduğunu mutlu bir belirtisi bu kararlar.
Sürgün edilenler ben burada oturuyorum ama beni ta Kaş’a ya da başka bir yere gönderdiler gibi dava açamıyor mu?
Şu an benim sürgünde üyem yok. Birçok memur arkadaş farklı davalar kazandı ama mahkemelerin de verdiği kararlar birbirini tutmuyor. Kimisi Antalya merkeze çekerken, kimisi de bunun mümkün olduğunu iddia edebiliyor. Şu an için çözümsüz bir şekilde devam ediyor maalesef.
BİZ HERKESE SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ
Yerel yönetimlerde olası bir başkan değişikliği söz konusu olduğunda siz şimdiki dönemdeki kadroları sahiplenebilecek misiniz?
Mecburen. Ben kendi üyelerimden daha çok sürgün edileceğini, daha çok mağdur edileceğini düşünüyordum ama o yoğun furyada bile benim sadece 3 üyem sürgüne gönderilmişti. Şimdi onlar da geri geldi. Ama biz daha önce söylediğim gibi taşeron işçilere ve üyemiz olsun, olmasın biz herkese sahip çıkmak zorundayız. Çünkü biz sınıf sendikacılığı yapıyorsak bunu yapmak zorundayız. Sizde şahit oldunuz. Onca şey yaptık. Bu sürgünler ve işten çıkarmalarla ilgili güneşin altında imza kampanyaları, yürüyüşler, basın açıklamaları, Büyükşehir’e defalarca yürüyüş organize ettik. Bunların benim üyem olup, olmadığına bakmadan yaptık. Bütün bunları işçiler adına, çalışanlar adına, memurlar adına yaptık.
PARÇALANAN TAŞERON SİSTEMİ
Şu an taşerondan kadroya geçiş diye bir süreç yaşıyoruz. Hürses Gazetesi olarak ‘KİT yok, Bit yok, taşerona da kadro yok!’ başlığıyla yayınladığımız haberde acaba taşeron firma temizliği mi yapılıyor sorusunu yönelttik. Size göre yaşadığımız süreç neyi anlatıyor?
Taşeron olayını komple değerlendirelim. Bu süreçte dediğiniz gibi taşeron işçilerin ve firmaların temizliği konusu bana bir, iki taşeron firma sahibi söyledi. Dediler ki; “Acaba hangi taşerona kızdı ki Erdoğan, böyle bir şeyi getirdi?” diye söylediler. Onlardan da böyle bir yorum duydum. Taşeron çok çeşitli. Kendi ifadeleriyle de ‘yaratılan bir ucube.’ Kendi yarattıkları bir ucube. Düşünün ki taşeron işçisi hangi bakanın ağzından bilgi alacağını bilmiyor. Ben mesela bizim gerçek asıl muhatabımızın kim olduğunu henüz öğrenemedim. Yani Cumhurbaşkanı başka bir söylem içinde. Başbakan hiçbir şey bilmiyor bana kalırsa. Çalışma Bakanı’nın da hiçbir uygulamadan haberi yok. Ama ekonomiden sorumlu bakan da karışıyor, maliyeden sorumlu bakan da karışıyor. Bizim muhatabımız gerçek anlamda kimdir henüz onu bile çözebilmiş değiliz. Türkiye’de taşeron sistemi şöyle bir şey; kamuda taşeronlar var. Genel bütçeden pay alan ki şimdi kadrosuz olan iş yerleri olarak var. Yerel yönetimlerde, bütün kamu kurumlarından taşeron çalıştırılıyor. Bir de özelde de taşeron işçi var. Özel firmalar kendi işlerini taşero ediyor. Taşero ettikleri de, taşero ediyor başkalarına. Yani kademe kademe parçalanan bir taşeron sistemi var.
KİMSE NE YAPACAĞINI BİLMİYOR
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘aradaki komisyoncuları kaldırıyoruz’ dedi. Bu durumda taşeron firmanın cebine giren işçinin mi cebine girecek?
Taşeronda çalışan mühendis de olsa vasıfsız işçi de olsa kaç kişi çalışacağı veya kaç para alacağı ihale şartnamesinde belirtilir. Yani asgari ücret de olabilir. Bu durum tamamen şartnamede belirlenir. Burada firmalar bir KDV üzerinde hesap yapıyorlar, bir de kar marjları üzerinden. Sonuçta kimse kimseye bedava iş yapmıyor. Bu farkın kaldırılması söz konusu. İyimser düşünmeye çalışıyorum, belki de bu farkı kaldırmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı bunu söylemiş olabilir. Taşeronun alacağı kar farkından kurtuluyordur. Genel bütçeden pay alan taşeronları düşünün. Belediyeler ve İl Özel İdareler gibi taşeronları düşünün. Bir de özeldeki taşeronları. Şimdi burada getirilen KHK ile öncelikle KHK’nın meclis kapatıldıktan sonra alelacele getirilmesi büyük bir yanlış. Çünkü bu haliyle en azından meclise girmiş olsaydı biraz daha kemiğe bürünür, biraz daha üzerinde çalışılır, biraz daha yorumlanır, biraz daha derlenme şansı vardı. Şu anda getirilen bürokratların bile içinden çıkamadı. Adeta böyle bir kaos yarattıldı. Belediyeler bize soruyor. Biz başkasına soruyor. Belediyeler birbirine soruyor. Bürokratlar başkalarına soruyor. Herkes birbirine soruyor. Herkes işi tanımlamaya, tanımaya çalışıyorlar. Böyle bir belirsizliğin içine düştük. Ama tüm ülke genelinde oldu. Ben diğer arkadaşlarla da konuşuyorum. Burada yaşanan tüm Türkiye’de yaşanıyor aslında. Genel bütçeden buna örnek verirsek, hastaneler var. Benim kendi ölçeğinde AÜ Tıp Fakültesi Hastanesi var. Tıpta biz ilk olarak muvazaa davası açmıştık. Yani ileri çalıştırma. Bunu kazandık. Yargıtay da onayladı. Bunun üzerinde biz dedik ki, ben asıl işi yapıyorsam, asıl işi yapan işçi gibi ücret almalıyım. Tabii mahkemeler tam olarak ücretimi vermese bile, bize devlet tediyelerini ödemeye başladılar. Yani devletin Bakanlar Kurulu kararı verdiği 4 ikramiye var. Biz geçmişe dönük bunları aldık. Daha önce bunu size söylemiştim. 350 civarında aldık. Bizim devam eden 500 civarında davamız var. Şimdi bizim onlardan çekilmemiz isteniyor. Örnek formlar var. O alacaklarından feragat etmesi isteniyor. Burada her işçinin de kendi hesabını yapması gerekiyor. Birçok işçinin emekliliği yaklaşmış durumda. Bir hesap yapması lazım gelen ne olacak, giden ne olacak diye. Bu işçilerden istenilen şeyler var. Bu davalardan çekilmesi, güvenlik soruşturması bir çok belge ve dilekçe isteniyor. Yani 657 sayılı devlet memurundan ne isteniyorsa aynı şeyler bu personelden isteniyor. Burada göreceli de olsa bir kadro söz konusu. Bunu anlarım. Bir nebze anlarım ki, orada aile bireylerinin de sorgulanması temel insan haklarına aykırıdır. İnsan akrabalarının işlemiş olduğu suçtan veya başka bir şeyinden sorumlu değildir. Herkes kendisinden sorumludur. Bu da bir aykırılık gösteriyor. Aynı belgelerin tüm kamu kuruluşlarından istenmesi çok başlı başlına bir garabettir. Yanı evraklar belediyelerden de isteniyor. Peki, neden istiyorsun? Kadro yok zaten. Belediyeler ve il özel idareleri kapsam dışı ama aynı kadro verilecek işçilerin evrakları onlardan da isteniyor. Bu başlı başına olması gerekeni gayri hukuki bir durumdur.
SORGULANMASI GEREKEN DURUM
Haksız çalıştırma dediğiniz tam olarak ne anlama gelmektedir?
Asıl işi yapmaktır. Yani şöyle ki; siz o işyerinin elbisesini giyiyorsanız, eşyalarını kullanıyorsanız, aletini edevatını kullanıyorsanız, hasta bakım gibi, hasta nakil gibi asıl işleri yapıyorsanız siz aslında asıl işçisinizdir. Ama taşeron şirket üzerinden çalıştırılıyorsunuzdur. Hastanelerde şu örneği de vereyim; diyeli ki şu an hastanede komisyonlar kuruluyor. Hastanede 20 yıldır çalışan bir arkadaşımız var. Şimdi elemelerden geçemezse bu başlı başına bir tezat doğuracaktır. İnsan sağlığı en önem verdiğim şeydir. Öyle olması gerekiyor. Diyelim ki bu elemelerde 20 yıldır çalışan personeli elediniz. O halde neden 20 yıldır çalıştırdınız bu insanı? Madem bu işi yapacak vasfa sahip değildi, neden onca sene bu işi yaptırdınız? Bu da sorgulanması gereken bir durum.
İŞİN İÇİNDE MÜJDE VARSA 2 KEZ DÜŞÜNÜN
Kamuoyu bilgilendirilirken ‘bu şartları taşıyanlar başvursun yerine taşerona kadro müjdesi’ denilerek, her taşeronun form doldurtulmasından mı kaynaklanıyor?
Zaten bu ülkede bir şeyin içinde ‘müjde’ geçiyorsa kesinlikle dikkat etmek gerekiyor. Ben bu örneği hep veririm, bir bakarsınız medya manşetten verir, ana haberde çıkar. Müjde kıdem tazminatı fona devrediliyor diye. Biz bir eylem yaparız, bağırırız, çağırırız. Sonra müjde kıdem tazminatı mevcut haliyle devam ediyor derler. Bizim ülkemizde bir müjde veriliyorsa iki kat daha dikkat etmek gerekiyor. Müjde falan değildir. Bu bize yutturulmaya çalışılan zehirli bir haptır. Her zaman olduğu gibi. Burada taşeron işçisinin bir kazanımı söz konusu değil. Özellikle belediyeler –benim iş kolum olduğu için hep bunu söylüyorum- ve İl Özel İdarelerde herhangi bir kazanım söz konusu değil. Mevut haklarıyla, mevut ücretiyle geçecek herhangi bir kadro söz konusu değildir. A şirketinde çalışırken belediyenin B şirketine geçecek. Aynı şartlarda, aynı ücretle. benim tahminim bu müjde denip de kadro verilmeyecek veya verilen kurumda çalışmış olsa bile elenecek ortalama 700 bin kişi var. Mağdur ordusu olacaklar diye çok korkuyorum.
BELEDİYELERDE KADRO SÖZ KONUSU DEĞİL
Belediyeler personel giderleri yüzde 30’un üzerine geçemez. Ama taşeron işçiler belediyelerde kadroya geçtiği zaman bu yüzde 30’un üzerine çıkacak. Bu durumda kadroya alınacak taşeron işçiler belediyeye değil de belediye şirketlerine mi alınacak? Bir de bu kadrolaşma sürecinde yüzdelik bir kısım da var. Onu da anlatır mısınız?
Belediyelerde kadro söz konusu değil. Belediyelerde şöyle bir şey var; ihaledeki işçi ücreti ihale tutarının yüzde 70’i altındaysa, o ihalede çalışan arkadaşlarımız maalesef belediye şirketine de geçemeyecekler. Diyelim ki temizlik işleri ihalesi yaptınız. Temizlik ihalesini özelikle söylüyorum çünkü temizlik ihalelerinde maliyetlerde genellikle işçi maliyeti düşük, araç ve mazot giderleri yüksektir. Araç gereç ve mazot giderleri yüksek olduğu için belediyeye bağlı birçok temizlik işleri müdürlüğünde bu yüzde 70’in altında kalıyor. Bu nedenle burada çalışan arkadaşlarımız belediye şirketlerine de geçemeyecek. Buna bir örnek de şöyle verilebilir. Burdur Belediyesi, haşere ile mücadele ve ilaçlama ile ilgili bir ihalesi var. Oradaki araç, mazot, ilaç giderleri, personel giderlerinin kat be kat üzerinde olduğu için çalışan arkadaşlarımız belediye şirketlerine geçemeyebilir. Bu karar KHK ile çıktı ama bununla ilgili birçok genelgenin ve yasal değişikliklerin yapılması gerekir. Bununla ilgili ihale kanunundan tutun, mevcut çalışma koşulları belirleyen birçok maddenin düzenlenmesi gerekir. Bu haliyle zaten sürdürebilirliği yok. Bir de mevut belediye şirketlerinden çalışanların durumu söz konusu. Türkiye’de bunu ilk başlatan İzmir’de rahmetli Piriştina’dır. Taşeron işçilerini belediye şirketleri üzerinden çalıştırdı. O nedenle bizim İzmir civarında 35 bine yakın işçimiz var. Antalya’da bu anlamda fakir bir iliz ama İzmir, İstanbul ve Ankara’daki CHP’li belediyeler uzunca bir dönemdir zaten kendi işlerini, kendi şirketlerine yaptırıyor. Oralarda da sendikalaşma imkânı olup, toplu sözleşme yapılabiliyordu. İzmir, İzelman Şirketi’nde 12. dönemdir devam eden toplu sözleşmemiz var. Dolayısıyla zaman içinde oralarda zaten bir kadrolu işçi gibi olmasa da yüksek kazanımlar elde edildi. 112 gün ikramiye değil de 60 gün ikramiye, yemek ücreti, direksiyon primi benzeri altında zaten toplu sözleşmeleri var. Ve belli bir kazanımları var. Diğer taşeron şirketlere oranla sosyo-ekonomik olarak kazanımları daha çok. Son dönemde bu arkadaşlardan da aynı belgeler istendi. Bizim İçişleri Bakanlığı ile yaptığımız görüşmeler sonucunda valiliklerden bir yazı gönderttirdik. Zaten bu insanlar belediye şirketlerinde çalışıyorlar. Bu insanlardan aynı belgelerin istenmemesi şeklinde bir genelge çıkarttırdık. Biz Genel- İş olarak bütün üyelerimize duyurduk. Bu şekilde bir şirkette çalışan arkadaşlarımıza hiçbir evrak vermeyeceksiniz şeklinde duyurduk. Verdirmedik. En azından o kısımdaki arkadaşlar bari o yükten kurtuldular. Çünkü zaten şirkette çalışıyorlar. Zaten bir evrak vermelerine gerek yok.
750 BİN KİŞİ MAĞDUR OLUR
Bu durumda kimler kadro alabilir?
Kamudaki taşeron içinin sanırım ancak 4’te birine ya da 5’te birine kadro düşecektir. Kamuda çalışan 1 milyonun üzerindeki taşeronun bence anca 250 bini bu kadro olayından faydalanacak. Geriye kalan 750 bin bir mağdur grup ortaya çıkacak. Bu da seçim hesabının tam tersi bir etki yaratır diye düşünüyorum.
SENDİKACILARIN YORUM FARKI
Taşerondan kadroya geçişle ilgili yaptığımız haberde siz DİSK adına durumun vahimiyetinden söz ederken, Hizmet- İş Sendikası konuyla ilgili hiçbir sorun yaşanmadığını dile getiriyor. Ortaya çıkan yorum farkı nedir?
Öncelikle bu haberi yaptığınız için işçi temsilcisi olarak size teşekkür ederim. Bu konuya eğilen basın emekçileri de bizim çok değerlidir. Orada gördüğüm kadarıyla hiç sorunsuz, tozpembe bir yorum yapmış diğer arkadaşım. Neye göre yaptı? Neye göre konuştu bilmiyorum. Sonuçta Hak-İş’in Hizmet-İş’i ile DİSK’in Genel-İş’i yerel yönetimlerde örgütlenen aynı iş kolunda örgütlenen bir sendikacı arkadaşımız. O nasıl görüyor? Nasıl böyle hiç sorun yokmuş gibi pembe bir tablo çizebilmiş anlayabilmiş değilim. Bunu artık kamuoyu değerlendirsin. Belki birilerini üzememek adına konuşmuştur ama birilerini üzmemek adına konuşurken, iki gün sonra üyeleri mağduriyet yaşadığı zaman onlara nasıl bir açıklama yapabilecek? Yani ben hep şunu söylerim; insanların umutları ile oynamamak gerekir. İşçiye daha doğrusu tüm insanlara olduğu gibi davranmak gerekir. İnsanlara umut vermek, hayal vermek, insanları beklenti içine sokmak daha sonra o insanlarda onarılamaz şeyler açar. Kimsenin böyle bir şeye hakkı yok. Keşke herkese kadro olsaydı. Keşke her şey tozpembe olsa da ben de mutlu olsaydım.
YASAYLA ÇELİŞEN KARAR
Başbakan özellikle KİT’lerle ilgili bir açıklama yapmıştı. KİT’lerin tamamı Özelleştirme İdaresi kapsamında olduğu için kadrolaşma çalışmasını Özelleştirme İdaresi yapacak diye bir açıklaması oldu. Kurumlar ayrı ayrı böyle bir çalışma yapabiliyor mu?
Yapamazlar. Bunun muhatabı Çalışma Bakanlığı’dır. Bunun muhatabı hükümettir. Yani devletin bir kurumu kendi kendine böyle bir çalışmayı yapacak olması sakıncalıdır da. Yasal tabanı da yoktur bunun. Bakanın açıklamalarına baktığınız zaman, bir insan bir konuda bilgili ve eminse rahat davranır. Ama ifadelerine baktığımda Bakan’ın bile ne yapmaya çalıştıklarını bilmediğini gözlemledim. Bu yasa meclise girmiş olsaydı, bu uygulama daha doğrusu biraz daha bir şekle şemale sokulur, biraz daha elle tutulur bir hale getirme şansı vardı. Ama meclisten geçmeyip, böyle OHAL Kararnamesi ile çıkan bir yasa ki milyonları ilgilendiren bir yasanın bir kere en başta kararname ile yapılması bile yanlış. Düşünün ki 15 Temmuz darbe girişimiyle taşeron işçinin çalışma koşullarının ne ilgisi olabilir ki? Şu an için çıkarılmış olan bu kararname mevcut Çalışma Yasası ile de çelişiyor. Kaldırılmamış devam eden bir İş Yasası var. KHK onunla çelişir durumda şu an. 5857 Sayılı Yasa devam ediyorsa ve bu KHK ile mevcut yasa birbiriyle çelişiyorsa, bu da normal bir durum değildir. Mevcut yasa devam ediyor bir taraftan. Biz burada yüzlerce dava açtık Büyükşehir Belediyesi ve ASAT Genel Müdürlüğü nezdinde Genel- İş olarak. Birçok davamız bitti. Birçok arkadaşımız hak ettikleri şeyi aldılar ve davaları kapandı. Ama devam eden davalar var. Kimisi icrada bugün, yarın alacak. Kimisi temyizde. Bunların hakları ne olacak? Geçmişe dönük kıdem ve tazminatları ne olacak? Ben birçok uzmanla konuşuyorum. Bakanda aynı şeyi söylüyor. Bana söylenen şu; kıdem ve ihbarlarına bir şey olmayacak. Korunacak diyor. Ama ben çok da güvence veremiyorum. Çünkü orada diyor ki; kamu kurum ve kuruluşlarından tüm alacaklarından… diyor. Şimdi yapılacak olacak sulh sözleşmesinde en son, imtihan kurulundan geçtikten sonra orada feragat ettim olarak imzalanacak. Peki bu insanların geçmişe dönük kıdem ve ihbarları ve şu anda icrada bekleyen ya da davası devam edenlerin alacakları ne olacak? Bu da belirsiz. Taşeron işçisi Türkiye’de 3. sınıf işçidir. En son en tabandaki, en ezilen, en az ücrete biat eden, herkes onun patronudur. En çok ezilen de odur. En çok çalıştırılandır ve en az ücret alandır. Bu uygulama bu insanların yarım ekmeğinden çeyreğini ellerinden almaktır. Burada gerçekten bir mağdur ordusu çıkacak diye çok korkuyorum. Çünkü bunun içinde okuryazar olmayan insan var. Tuvalet temizlemek için diploma gerekmiyor sonuçta. İçinde atıyorum ailesinde suç işleyen vardır. Ailesinden güvenlik soruşturmasından çıkamayacak olan vardır. Atıyorum emekliliği gelmiş ama eve ekmek götürmek zorunda olduğu için çalışan taşeron işçiler vardır. Bunlar da çalışmayacaklar. Yeni bir işsiz ordusu, yeniden sahaya düşecek. İşçi sınıfı bilinçli bir sınıf olsaydı şimdiye kadar bizi yöneten iktidarlar böyle olmazdı zaten. Biz bunları konuşmuş olmazdık. 2006’da norm kadro getirildiğinde ben o zaman ASAT’ta çalışan bir işçiyken, arkadaşlarımıza şunu ifade edemiyordum; bu aslında bizim sonumuzu hazırlayan bir yasa. Denildi ki; ama kadro verildi işçilere. Belki siz süreli belirli çalışıyorsunuz ama süreli belirli işte ikinci defa çalıştığınız zaman zincirleme sözleşmeye dönüşmüş olur. Bu da süresi belirsiz iş akdi demektir. Yani yaptığınız iş mevsimsel değilse, örneğin belediyede çalışıyorsunuz kadrolu değil de geçici işçi statüsündesiniz. Bir yıl çalıştınız. Bir yıldan sonra çalışmaya başladığınız anda kadrolu işçisini demektir. Çünkü belediye işleri mevsimlik değildir. 365 gün hizmet verir. İş süresi belirli, değildir. Zaten 6 ay hizmet verip de 4 ay vermemezlik yapamaz. O zaman biz sevindik, alkışladık AK Parti Hükümeti’ni ama o gün bizim ipimizin çekildiği gündü. Çünkü taşeronlaşma o yasayla birlikte yasalaşıp, yaygınlaşmaya başladı.
GERÇEKÇİ OLMAK LAZIM
ASAT’taki taşeron işçilerin kadrolaşması nasıl olacak?
Orada da şirket üzerine alınacaklar. Onlara da kadro yok. Sendikalı olup, olmasının bu yasayla hiç ilgisi yok. Taşerondaki işleri biz sendikalı yapıp, toplu sözleşme yapabiliyoruz. Bunun bu KHK ile sendikalı olması ile hiçbir ilinti yok. Şu anda biz taşeron firmalarda da belediye şirketlerinde de toplu sözleşme yapabiliyoruz. Ama kadro diye bir şey yok. Gerçekçi olmak lazım ne ASAT’ta, ne yerel yönetimlerde kadro söz konusu değil.
İNSANA YATIRIM UNUTULMAZ
Yıllardır toplu iş görüşmeleri yapıyorsunuz. Unutulmaz diye bileceğiniz bir toplu iş görüşmesi var mı?
Kente, özellikle bizim kentimize işçi hakları adına damga vurmuş iki geçmiş belediye başkanı var. Bir, koca başkan diyoruz Tonguç Başkan. Efsane başkandır. Zamanın da Genel-İş olarak Antalya Belediyesi’nde örgütlenilmiştir. Antalya Belediyesi’nde çok maddi imkânsızlık sürecinde bile yanılmıyorsam yüzde 40 zamla toplu sözleşme yapılmış. O süreçte belediye işin içinden çıkamıyor. İşçi ödemelerini yapamıyor. Bizim Genel Başkanımız Abdullah Baştürk’te DİSK’ten borç para alıyor. İşçilerin parasını ödüyor. Daha sonra DİSK’e olan borcunu ödüyor. Bu yapmış olduğu uygulamalarla efsane haline geliyor. Bir diğeri de Yener Ulusoy. Anavatan Partisi’nde olabilir ama yapmış olduğu toplu iş sözleşmesinden sendikanın teklifini az bulup hatta kızıp, sizi bununla yaşayabilir misiniz? Doğru düzgün bir toplu sözleşme getirin de imzalayalım. Yaşayabilecekleri bir ücret verelim diyen başkan olarak unutulmazlar arasındadır. Çünkü belediyecilikte tamam bazı yatırımlar yapmalısınız ama şunu tavsiye ederim ben belediye başkanlarımıza biraz da insana yatırım yapmaları gerekir. İnsan en değerli varlıktır. Yoldan da, kaldırımdan da daha değerlidir. İnsana yatırım unutulmaz.