Antalya tarımın başkenti diyoruz. Sera çiftçisi bundan 10 sene önce 1 dekar seradan fazlasıyla para kazanıyordu. Şimdi böyle bir şey yok. Şimdi böyle bir şey yok. Bir Rus uçağı düştü Antalya çiftçisi bitti. Sadece çiftçi değil bu sektöre girdi sağlayan 1500’ yakın firma da bitti. Kimse tahsilat yapamıyor. Neden? Çiftçi para kazanamamış. Çiftçi 1 dekardan 3 bin lira para kazanmışsa 5 dekarda 15 bin para yapar. Artık 1 bin lirayla bir ailenin geçinmesi mümkün değildir. Türkiye’de gibi sıcak çatışmaların olduğu bir ülkede bir uçağın düşmesiyle bu tablo oluşuyorsa, daha ciddi bir çatışma ortamında ne hale geleceğini siz düşünün. Bu çerçevede ulusal ir tarım politikası oluşturarak krizden etkilenmeyecek bir yapı oluşturmamız lazım.
PİYASADA GDO’LU TOHUM YOK
Bunları bilerek siz ne yiyip, içiyorsunuz? Üretilenlerin hepsinin içinde nikopen var. Bunların hepsi hibrit çeşididir. GDO’lu değildir. Piyasa GDO’lu tohum satılmıyor. Gönlünüz rahat olsun. Ama bunlar hibrit çeşididir. Yani farklı özellikle sahip bitki çeşitlerinin iyi özelliklerinin bir araya toplayıp geliştirilmiş çeşitlerdir. SULAMA SORUNU VARMirastan kaynaklı parçalanmış tarım alanları var. Bir taraftan DSİ’nin toplulaştırma çalışması var. Diğer taraftan bakıyorsunuz HES’ler kuruluyor. Yüzde 2 can suyuyla tarım alanları geliştirilmeye çalışılıyor. Ama hükümette yurt dışından tarım alanları kiralamak istiyor. Biz nasıl bir tarım ülkesiyiz? Türkiye’de bir arazi toplulaştırmaya ihtiyaç var. Nedeni de bizim tarım alanlarımız küçük. Bu küçük tarım alanlarıyla piyasaya yönelik olarak üretim yapmak pek mümkün olmuyor. Ya bu arazileri zorla bir araya getireceksiniz. Veya bu alanları satın alacak, birleştirecek alıcılar bulacaksınız. Veya bu küçük işletmeleri kooperatifler bünyesinde ekonomik bir yapıya dönüştüreceksiniz. Dünya’da yapılan budur. Yetkililer neden bu küçük işletmelerden kaynaklanan sorunu çözmek için hep tarım alanları kapitalist işletmeler kurulsun, küçük işletmeler batarsa batsın dendi. Bende bu karşı çıktım. Tarım hala Türkiye’nin ciddi bir istihdam kaynağıdır. Dikkat edelim Antalya’da 55 bin civarında sera üreticisi olduğunu biliyoruz. Bu sera üreticilerinin işsiz bırakıp atıyorum 30-40 tane işletme tarafından bunların kontrol edildiğini düşündüğünüzde 60 bin kişiyi işsiz bırakmış olacaksınız.Kitleler artık endüstriyel üretimden kopmaya başladılar. Bu kopmaya bağlı olarak daha doğallığa dönüş ve küçük işletmeler öne çıkmaya başladı. Artık Dünya kapitalizmi girdiği bunalım içerisinde tarıma yeterli yatırım yapılmadığı için orada istihdamla ilgili sıkıntı yaşıyor. Tüketicinin taleplerine bağlı olarak eskiye dönüşümü savunuyorlar. Arazi toplulaştırmasındaki amaç vatandaşa ait o havzadaki arazilerin bir araya getirilmesini sağlayıp, planlama yapmaktır. Bu şekilde ilaçlamasını, sulamasının falan daha iyi yapar. Bu bir metottur. Olması gereken de budur. Ama Türkiye’de bunu yapabileceğiniz alanlar sınırlıdır. Doğu’da, Güneydoğu’da yapabilirsiniz. Ama Karadeniz’de, Akdeniz’de yapamazsınız. Seralı bir alanla boş bir alanı takas edemezsiniz. Antalya’da Aksu’da bir arazi toplulaştırılması yapıldı. Yapılmasının temel nedenlerinden biri Aksu Çayı’nın set çalışmaları yapılmak için kamulaştırma parası ödenmemektedir. Aksu Çayı’nda yapılacak çalışmalar için vatandaş orayı terk etmek zorundadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı yapılabilecek alanlarda bunu yapması lazım. Bu yapılırsa devlet sulama, yatırımlarda daha hızlı bir şekilde götürebiliyor. Tarımda örgütlenmeden sonraki ikinci sorun sulanacak alanların sulanamamasıdır. Türkiye başta yağlı tohumlar olmak üzere bu açığını kapatmak istiyorsa hızlı bir şekilde hızlı sulama yapması lazım.Bütün bunlar yapılırken neden HES’ler devreye giriyor? Kısacası çok aklımın aldığı bir projelendirme değil. Türkiye’nin bir enerji ihtiyacı var ve karşılanması gerekiyor. Yerel kaynak kullanalım derken bir başka yerel kaynağı yok etmemek gerekir. Bugün Keban, Karakaya, Manavgat Barajları HES diye adlandıramadığımız projelerdir. Yeni yapılan akarsu tipi HES’ler elektrik üretimi koşunda çevreye ciddi zarar veriyor. Ekolojisi bozan, tarımsal alanları ciddi derecede etkileyen bir şeydir. HES yapılması için 2000’in üzerinde ruhsat verilmiş.Rusya ile kriz yaşandı. Üretici iç pazara yöneldi ama fiyatlar düşmedi. Nedeni nedir?Rusya krizi turizmi de tarımı da vurdu. Özellikle domateste Türkiye’nin en büyük pazarı Rus pazarı. Türkiye’nin yıllık Rusya’ya domates ihracatı 165 milyon civarındadır. Bu seneki kayıp da 85-90 milyondur. Geçen sene Balkan ülkelerine, Rusya’ya gönderilen salkım domates 3 liraya satılırken, bu sene 90 kuruşla, 1.200 kuruş arasında satıldı. Ben dahil bu sene pazara çıkan halk, standart domates dediğimiz domateslerin yerine spesiyal domateslere yöneldi. Çünkü fiyatları uygun. Geçen seneye göre yarı fiyatına düştü. Vatandaşa fiyat düşmedi diyor ama tercih ettikleri domates değişti. Pazarda beklendiği kadar fiyat düşmedi haklısınız. Vatandaşta şöyle bir algı var. Çiftçinin elinden domates 1 liraya çıkarken, pazarda 4 liraya satılıyorsa 50 kuruşa çıktığı zaman da 3 buçuk liraya satılıyor. Baktığımız zaman çok kötü bir tablo oluştu. Geçen sene 1 dekardan 18-20 bin domates satan çiftçi bu sene 12- 13 bin lira ciro yaptı. Domatesin serada üretim maliyeti 7 bin lira civarındandır. 13 binden hesaplarsanız elinize 6 bin lira kalır. Bu 6 bin liranın da toplam cironun yüzde 25’ini ortakçılara verdiğiniz için elinize dekar başına 3 bin lira kalıyor. Dolayısıyla seracılık alanında bu sene, bu kış mülkiyet sahiplerinin hiçbir avantajı kalmamıştır. Mülkiyet sahibi seracıda 3 bin lira para kazanmıştır, orada işçilik yapan da 3 bin lira kazanmıştır.RUSYA İLE 4 YILI BULURÖnümüzdeki süreçte Rusya’nın tarım ürünlerini alma konusunda izin çıkabileceğini düşünüyor musunuz?Ben yaşanan bu krizdeki olumsuzluğun çok kısa sürede biteceği inancından değilim. Eğer kapılar açılıyor olsa bile bu sürenin 3-4 yılı bulacağı inancındayım. Medmedev açıkladı, biz tarım ürünlerindeki yasağı kaldırmadık diye. Geçmişte Türkiye’deki firmalar dışarıya teknoloji ihracına başlamışlardır. Sera yatırımcılarının buralarda seraları var. Bir yanda teknoloji ihraç ederken diğer yandan kendi tarımsal üretimimizi engelleyen bir yapı oluşturmaya başladık. Dünya ticaretine göre yapıldığı içinde bu niye yaptın diye diyemiyorsunuz. Bütün bunlar yaşanmasa bile, sizin engel oluşturduğunuz dönemde Rusya pazarına başka ülkelerin ihracatçıları girdiler. Dolayısıyla yeni ticari bağlantılar kuruldu. Bu bağlantıları iki günde söküp atmak, yerine yenisini koymak mümkün değildir. Çok övündüğümüz Rusya pazarında, Türkiye 15 yıllık bir süreçte bu 1.2 milyar dolarlık ihracatına ulaşabilmiştir. Bu nedenle bu pazarın iyileştirilmesine umut bağlamak yerine, başka pazar arayışların devam edilmeli, yeniden yapılanma için ciddi gayret gösterilmesi gerekiyor. Her şeyden önemlisi üretim planlamasının olması şart.TASARIDA DEĞİŞİKLİK OLACAKUluslararası İş Gücü Kanunu ile ilgili açıklamalarınız oldu. Meclis gündeminde bunun yasallaşması durumunda olumlu veya olumsuz açıdan ne olur?Tasarı henüz yasallaşmadı. Bu tasarı ile meclisteki parlamenterler görüşüp, yasanın engellenmesi konusunda ciddi bir uğraş verirken, kamuoyunda çeşitli basın açıklamaları yapıp bunu engellemeye çalışırken bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Dolayısıyla bizim Uluslararası İş Gücü Yasa Tasarısı gündeme geldi. Arkasından da bu tekrar meclis gündemine geldi. Parlamento nasıl demokrasi, barış sağlarız demek yerine bu yasayı nasıl geçiririzin derdine düştüler. Bizde konuda mücadelemiz sürdürdük, sürdürüyoruz. Gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerindeki milletvekilleriyle yaptığımız görüşmelerde, yasa tasarısının bazı maddeleri değiştirme şansımız oldu. Ama hala Türkiye’de çalışan mühendislerin aleyhine birtakım düzenlemeler var. Meclis gündeminden duruyor hala. İstediğimiz gibi sonuç alamazsak bu konuda mücadelemizi sürdüreceğimiz ifade etmek istiyorum.YETERİNCE ETKİN OLAMIYORUZ 2013 yılında yağışlardan Sarısu Çayı taşmış ve bir çocuk yaşamını yitirmişti. Bu olaydan sonra daha yeni DSİ’nin raporu ortaya çıktı. Bu raporda özellikle aynı felaketle karşı karşıya kalınmasının nedeni tarım alanlarının imara açılması gösterildi. Tarım alanlarının imara açılması konunda Toprak Koruma Kurulu, İç İşleri Bakanlığı’nın dışında DSİ’nin de görüşünün alınması gerekmiyor mu? Gerekiyor. Toprak Koruma Kurulu 9 üyeden oluşan bir kurum sanırım. 9 üyenin 6’sı bürokratlardan oluşuyor. Orada sivil toplumu temsilen, ziraat mühendisi temsilcisi var. Üniversitenin bir temsilcisi ve ziraat Mühendisleri Birliği’nin bir temsilcisi var. Diğerleri Büyükşehir Belediyesi’nin kamu kurumları temsilcileridir. Dolayısıyla kamu kurumları bir araya geldiği zaman, kamu kurumunun yaptığı iş, sorumluluklar fark etmeksizin hepsi aynı anda, aynı görüşte birleşmektedir. Dolayısıyla biz Ziraat Mühendisleri Odası olarak Toprak Koruma Kurulu’nda bu tür tarım arazilerin tarım dışından kullanılması konusunda yeterince etkin olamıyoruz. Daha sonra kamu yararına ciddi tahribatlar olduğunu düşünürsek yargıya başvuruyoruz. Taşkın alanlarının imara açılması bilimsel verilerle de örtüşmüyor. Bir yer taşkın alanıysa orada inşaat yapmak, o bölgede ikamet edecek inşalar içinde çok sağlıklı bir karar olmaz. Bugün Arapsuyu, Liman bölgesini imara açtılar. Siz yolu sel riski nedeniyle 6 metre yukarıya alıyorsanız, orada nasıl yapılaştırma yapılacak, nasıl imara açılacak onun düşünülmesi gerekiyor. Bunu planlamaları yapanlara sormak lazım. O bölgede yapılan imar planı, sadece o bölgeyi etkileyecek değil, o bölgeye komşu olan bölgeleri de etkileyecektir. Bunun sonu yoktur. Komşum rant kazandı bende kazanayım şeklinde imar talepleri gelmektedir. Yerel yönetimlerde, siyasi kimlik gereğine bakılmaksızın, seçmeni memnun etmek adına, kentin geleceğini düşünmeksizin o bölgeleri imara açıyorlar. Yazık edilmiştir. Keşke o bölgede 1900 metrelik yolun kamulaştırılması Karayolları tarafından yapılmış olsaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. Antalya biraz daha betona yenik düşmemiş olacaktı. Yine çevresindeki diğer alanlar tehdit altından kalmamış olacaktı. Türkiye’de rant kazanmanın yolu bellidir. Tarım arazisi vasfındaki bir araziyi arsaya dönüştürürseniz rant kazanılır. Ben 1980’de Antalya’ya geldiğim zaman istatistikler Antalya’nın 20 milyon dekar yüz ölçümü var. 4 milyon dekarı tarım alnı diyordu. Şimdi bakarsanız 3 milyon 600 dekar var diyor. Antalya’nın en değerli varlığı topraklarıdır. Turizm, tarım her şey buna bağlıdır. Bütün yöneticilerimiz Antalya’yı var eden şeyler için bir yıpratma politikası içerisindeler. Antalya’nın geleceğini hep birlikte yiyoruz.