Her gün kadına yönelik şiddet ve ölümleri öğrendikçe nereye gidiyoruz sorusunu soruyorum.
Daha 19-20’li yaşlardaki kızlarımızı kara toprağa verirken, acılı anne ve babaların acılarını tahmin bile edemiyorum.
Daha dün Özgecan’ın vahşice katledilmesini konuşurken, bugün Pendik’te bir caninin Pelin’i nasıl öldürdüğünü sorguluyoruz.
‘Özgecan’ların, ‘Pelin’lerin hayalleri bir kurşun ya da bir bıçak darbesiyle sonlandırılıyor. Bizler de toplum olarak sadece izliyoruz, konuşuyoruz. Hiçbirinden ders almadığımızın da, ertesi gün yaşanan başka bir genç kızımızın cinayetini konuşurken farkına varıyoruz.
Bu gidişin sonu iyi değil!..
Eskiden sadece töreleri, gelenekleri tartışırken, şimdi büyükşehirlerde, metropol kentlerin tam göbeğinde yaşanan kadın cinayetleri sanki mecburiyet, sanki kaçınılmaz gibi tam gözümüzün önünde duruyor ve bizler hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde adeta bir film sahnesini izler gibi izliyoruz.
Uyuşturucu gibi tehlikeli hale gelen kadına şiddete yönelik mücadelede, topyekûn devreye girilmesi gerekiyor. Özellikle şiddetin önleyici yönleri ataerkil toplumun erkeklerine daha küçük yaşlarda anlatılması gerekiyor. İlkokul çağından itibaren kadına, yaşlıya, hayvana ve küçüğüne saygı, senden güçsüz olanlarla güç savaşına girme yerine; sevgi, şefkat ve merhametin egemen olacağı bir toplum oluşturmamız artık kaçınılmaz.
Bir ülkenin gelişimi ve güçlü olması sadece ekonomik refahı ya da ülkenin istihbaratı ile mümkün değildir. Toplumun iç huzuru, özellikle kadın ve çocuklara karşı sorumluluklar yerine getirilmelidir. Bunun için de ortak akıl, ortak ses ve ortak bir hareket gerekir. Yeter ki dün Özgecan’ı konuştuğumuz gibi, bugün de Pelin’i son yolculuğuna uğurlarken, bundan sonra ne yapmamız gerektiğini bilerek, geleceğe bakalım…