Hayat sürprizlerle dolu.
Her an her şeyin başımıza gelebileceğini bilerek yaşamanın gerçekliği ile sahip olduğumuzu sandığımız şeyleri kaybetme güvensizliği arasında sıkışmış yaşamlar sürüyoruz.
Yaş aldıkça hayatın size öğrettiklerinin yanı sıra öğretemedikleri var.
Kendi adıma söylemek gerekirse, hayatın bana öğrettiklerinden ders çıkarmakta zorluk yaşadığım tek his vedalaşmaktır.
Bana acı veren anlara, dostlara, deneyimlerime dahi veda etmekte güçlük çekerim.
Veda zamanı gelmiş, çoktan geçmiştir ama ben, ısrarla tutunur ve bırakmam...
Var gibi olan ama aslında olmayan samimiyetsiz ilişkilere, menfaat için etrafınızda dolaşan şahsiyetlere, veda etmek kolay olmalıyken...
Ben zorunlu vedalarımda bile kendimi çaresiz ve yoksun hissederim.
Oysa vedalaşmak; yaşamın bir parçası değil midir?
Ölünceye kadar hepimiz çeşitli vedalar yaşarız.
Kimi zorunlu, kimi ani...
Ömrümüzü, sahip olduğumuzu sandıklarımızın, bizim olmadığını anlayamadan, bırakmamak adına, mücadele ile zamanı harcayarak tüketiriz...
Bahsettiğim vazgeçmek ya da vazgeçmemek değil.
Bir şeylere yada birilerine veda kararı süreci, oldukça sancılı olduğu gibi bu kararı uygulamaya koymak en az kararı vermek kadar zor bir süreçtir.
Kimi zaman bir dosta, kimi zaman işinize, kimi zaman sevdiklerinize veda etmek zorunda kalabilirsiniz.
Ama illaki hoşçakal demem zorunlu hâle geldi ise vazgeçmek konusunda veda kadar güçsüz hissetmem kendimi. İçimden yükselen güçlü bir sesle vazgeçtiğimi haykırırım.
Sağlıkla Kalın…