Kutlu Doğum Haftası’nın 2017 yılı ana teması ‘Hz. Peygamber ve Güven Toplumu’ydu. Güven olgusu, insanın fıtratında taşıdığı ve doğuşundan itibaren hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu en temel duygudur.
Çocuğu anne babasına sevgi ve saygıyla bağlayan, anne babanın şefkat ve merhameti yanında çocuğa sağladıkları güven ve huzurdur.
Mal, mülk, ev, araç alırken, arkadaş, iş seçerken, oy verirken güvenilir olmalarına dikkat ederiz. İnsanın kendini güvende hissetmesinin en iyi yolu, dost düşman ayırımının doğru ve akılcı yapabilmesidir. Mesela, bazı insanların psikolojik dinamiklerinde başkalarına kötülük yapma, etraflarındaki kimseler üzerinde kontrol kurma isteği, diğer insanların malına el koyma gibi olumsuz duygular vardır. Bu kişiler de aynı zamanda gelişen ego kabarması, söz konusu yukarıda ifade ettiğim duyguları kendilerine mal etmezler.
Hırsızlığın, küçüğü, büyüğü olmaz...
Hırsız hırsızdır!
Para çalar, mal çalar, emek çalar, inanç çalar, en önemlisi ve sonunda güven çalar...
Antalya’da eskiden, çok eskiden kimse çalmaz(!)dı.
Bu, ‘Antalya’da hırsız yoktu’ anlamı taşır mı? Bilemem ama son yıllarda Antalya’da, sıkı hırsızlıklar oluyor. Hem de parmak ısırtan, yok artık ne zaman bu kadar profesyonel hırsızlar, Antalya’da diyecek kadar...
Eskiden anahtarı bırakıp bankaya gidebildiğimiz Antalya’dan eser kalmadı şimdi...
Hırsızlık; birilerinin değerli/değersiz mallarını almaktır…
Çalınan şeyin, küçüklüğü büyüklüğü önemli değil…
İnsanları mağdur etmektir, hırsızlık!..
Yerine, göre iflas ettirmektir…
Yaşantısını bozmaktır…
Dürüst insanların hayatını alt üst etmektir.
Bu bir suçtur.
Suçtan öte, bir ahlaksızlıktır.
Yasaları, bir yana bırakalım.
Bizim ‘ahlaki değerlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz’ hırsızlığı onaylamaz. Hırsızları ve hırsızlığı hoş karşılamaz. Ne yazık ki; ‘hırsızlık’ toplumun kanayan bir yarasıdır günümüzde… Hem de ülkemizin dört bir yanında kanayan bir yara. Kanser gibi, iyileşmeyen bir yaradır. Eğer hırsızlık alışkanlık olmuşsa, çalar da çalar.
Bir de her şeyi çalmayı yaşam biçimi kabul etmiş hırsız doymaz.
Hırsızlık, ‘kronik bir alışkanlık’ olmuşsa tedavisi yoktur.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim ülkemizin de her yerinde hırsızlık var elbet... İbretlik hikâyelerin baş aktörü olan hırsızlar var.
Antalya’da hırsızlıktan çok kişinin canı yandı. En yakınımızdaki turizme bir bakın. Otel sektörü yakın zaman da 350 milyon Dolar paranın buharlaşmasına seyirci kaldı. İflas masası sıra cetveline ismini yazdıranlar, belki bir gün alırız umudu ile üzerine bir bardak soğuk su içtiler. İşin kötüsü hırsız elini kolunu sallayarak gezerken, soyulanlar soyulduklarından utanç ile sessiz kaldılar.
Bir de toprak hırsızları var. Bu hırsızlar yasaların onlara verdiği imkanlar doğrultusunda, yasaların kendilerine verdiği zilliyet haklarından bir haber olanların haklarını çaldılar.
Hazine hırsızlarından en azından bu yazıda bahsetmeyeceğim! Ama tarlalara, SİT alanlarına dadananlar, Antalya’da yeşil alan bırakmadı!
Daha ilginç, hırsızlıklar da var.
“Olmaz olmaz” demeyin.
Vallahi oluyor!..