Geçmişten ders alırken, öte yandan ona saplanıp kalmamayı bilmek gerekir.
Tarihi bilinç, birey ve toplumların inanç ve ahlaki nizamı çerçevesinde yürür.
Birey ve toplumların kolektif belleği, hayatlarının şekillenmesi, din, dil ve tarih bilinci bir bütün olarak tezahür eder.
Bugünkü bireysel ve toplumsal pek çok olayı anlamak ve açıklamak için tarihe ihtiyaç duyarız.
Toplumlar bir süreklilik hâlinde yaşarlar.
Geçmişte yaşananların toplamı bugünkü yaşamımızı, duruş ve düşüncelerimizi şekillendirir.
Bu bağlamda tarih bilincinden söz etmeden; kültürden, medeniyetten söz etmek imkansızdır.
Türk milleti yüce ahlakı ile yüzyıllar süresince pek çok ecnebi ünlü yazarlar tarafından, hatta Türk ve İslam düşmanı yazarların bile görmezden gelemediği ve itiraf ettikleri bir husustur.
Nitekim İsmail Hami Danışmend – Tarihi Hakikatler Kitabında Yüzyıllar boyunca Türkiye’yi tetkik etmiş Batı yazarlarının söz ettiği hakikatı ”Eski Türkiye’deki ahlak yüceliğinin derecesi, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. “ örnekleri ile anlatmıştır.
En çarpıcı olanlardan Türkiye seyahatnamesiyle meşhur Du Loir’in 1654 tarihinde basılan kıymetli eserinin sayfalarında; “Hiç şüphesiz ki ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medenî hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.” yazmıştır.
Yine meşhur seyyah A. de la Motraye 1727’de basılan iki ciltlik seyahatnamesinde hakikati şöyle anlatılmıştır.
“ Hırsızlara gelince: Bunlar, İstanbul’da son derece nadirdir. Ben yaklaşık Türkiye’de 14 yıl kaldığım hâlde bu müddet içinde hiçbir hırsızın orada ceza gördüğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben, bu memlekette geçirdiğim müddet içinde yalnız altı haydudun kazıklandığını işittim. Onlar da hep Rum cinsindendi. Türkiye’de yankesiciliğin ne olduğu bilinmez. Onun için ceplerin “el çabukluğundan” korkusu yoktur.
Türk ve İslâm düşmanı, XVIII. Yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunmuş Sir James Porter. I769’da yayınlanan araştırma ve incelemelerinde aynı hakikat şöyle itiraf etmiştir.
”Türkiye’de yol kesme vakalarıyla ev soygunculukları ve hatta dolandırıcılık ve yankesicilik vakaları âdeta meçhul gibidir. Harp hâlinde olsun, sulh hâlinde olsun, yollar da evler kadar emindir..”
Bu ulvî ahlâkın kaynağı nedir? sorusuna İsveç’in İstanbul sefirliğinde bulunmuş olan Mo- uradgea d’Ohsson 1791’de yayınlanan 4. ciltlik eserinde şöyle izah edilir:
“Gözden geçirdiğimiz ahlâk ve tasarruf kaideleri, İslâmiyet’in hakikî esaslarını tespite ve Osmanlı Türklerinin ferdî ve İçtimaî ahlâkçılığı üzerinde bu esasların tesirlerini göstermeye kâfidir zannederim.”
1855 yılında yayınlanan kitabında Türk milletinin hakkaniyeti ve ahlakını öven İtalyan asıllı Fransız yazar Ubicini ise “ Eski İstanbul’da sokaklara hazineler dökülse, en fakir Türkler bile el sürmeye tenezzül etmezlerdi. Halkın en fakir tabakasında incelikle zarafetin bu derecesi acaba yalnız Türklere mi münhasırdır? Herhâlde şurası muhakkaktır ki bu vaziyet hiç değilse büyük bir hakkaniyetle hüsnüniyet anlayışının Türk Milletine şeref veren bir ifadesi demektir.”
Tarih sayfalarında ki Türk ahlakının yüceliğini okuduğumuzda, günümüzün bireysel ve toplumsal ahlak anlayışı arasında bir uçurum oluşmuş, adeta en mühim olan ise tarihi bilinçten uzak bir yaşam biçimini benimsediğimiz görülüyor.
Tarih bilinci, din ve ahlak bütünlüğü yerini, bilincini yitirmiş, yalan ve hakkaniyetten uzak kişisel çıkarların ön planda olduğu bir düzen ile karşı karşıyayız.
“Yeni Türkiye’deki ahlak yozlaşmasının derecesi, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir” olarak tarihin sayfalarında yerini alacaktır.