Dış politikada yapılan hatalar bazen öylesine ağırıma gidiyor ki! Sadece ülkemin değil, kendimin de dünya gözünde aşağılandığını hissediyorum.
Rahip Brunson davasında ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı konusunda olduğu gibi…
* * * * *
Ülkede yargının Cumhurbaşkanlığı’nın denetiminde olduğunu yedi düvel biliyor; çünkü en yetkili ağızlardan kendimiz açıkladık!
Rahip tutuklandı, casus dendi. Ardından ABD’yle “ver papazı, al papazı” pazarlığı yapıldı. Görüşmeler kapalı kapılar ardında yapıldığı için, pazarlığın içeriğini tam bilemiyoruz. Ancak Fethullah Gülen’e karşı papaz Brunson’ın teklif edildiğini, soğuk savaş dönemindeki ‘casus takası’na benzer bir durum yaratıldığını biliyoruz. Ne demişti Cumhurbaşkanı: “Bir papaz da sizde var. Siz onu bize verin, bizde YAPALIM YARGIDA ŞEYİNİ, size verelim.”
Adamı casustur deyip suçlayıp yargıya teslim etmişiz. Yargının bağımsız olduğu ülkelerde, bundan sonrası yargının işidir. Ancak yürütme; yargıyı yok sayarak, ülke aleyhine casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanan birini pazarlık konusu yapıyor. Yürütme derken, sadece Cumhurbaşkanı kast edilmektedir. Bunu, Cumhurbaşkanının kendisi dile getirmiştir. Almanya’da yaptığı bir açıklamada “ABD bizim stratejik ortağımız; bana deseydi ver diye, BEN verirdim.” BEN… Biz değil, yargı hiç değil!
* * * * *
Gelelim Kaşıkçı meselesine…
Suudi vatandaşı olan Kaşıkçı, İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na giriyor ve sırra kadem basıyor. Suudilerin geçmişte muhaliflerini nasıl yok ettiğini bilenler için, Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü tahmin etmek zor değil.
Türk yetkililer harekete geçiyor ve Kaşıkçı’nın Konsolosluktan çıkmadığını söylüyor, öldürülmüş olabileceği olasılığı dile getiriliyor.
Buna karşılık Suudiler, en çirkin biçimde bir Türkiye karşıtı kampanya başlatıyorlar. Sorumlunun Türkiye olduğunu belirtip, yetmezmiş gibi “Türkiye güvenli ülke değil, gitmeyin” diye Suudi turistleri uyarıyorlar. Kimse çıkıp “Kardeşim bu adam Türkiye’de öldürülmedi, benim ülkemde elini kolunu sallayarak dolaşıyordu, senin ülkenin toprağı olan konsoloslukta öldürüldü” demiyor! Üstelik, cinayetle suçlanan bir ülke için, Dışişleri Bakanımız, “Biz Suudi Arabistan’la işbirliği yapıp bu sorunu birlikte çözeceğiz” diyor.
Suudi gazeteciyle ilintili bir başka konu da, FBI ajanları meselesi… ABD diyor ki; “ben FBI uzmanlarımı göndereyim, onlar araştırsın meseleyi.” Kimse demiyor ki; “Bizim bu konu ile ilgili araştırmayı yapacak her türlü uzmanımız var.” Üstelik, Konsolosluk kapılarını açtığı halde, bizimkiler bir ekip gönderip de gerekeni yapmıyor!
* * * * *
Suudi gazetecinin ortadan kaybolması, benim düşünceme göre, Suudi Arabistan ve ABD’nin içerisinde olduğu karmaşık bir komplo. Amaçlardan biri de, Türkiye’yi bir kez daha köşeye sıkıştırmak. İşte bu çaresizce sıkışmışlık, her tür pazarlığa gelebilir ülke imajı, ağırıma gidiyor. Hem de çok…