Ağır bir gündemle boğuşan ülkemin insanını biraz gülümsetmek amacıyla konuştuğunu sanıyordum; ama söylediklerinde ciddiymiş. Kendisine ‘sultan’ diyor… 2. Abdülhamit’in 5. kuşak torunuymuş; Osmanoğulları’nın suyunun suyu…
Sultan olduğunu söylüyor da, nerenin sultanı olduğu pek anlaşılmıyor. Çünkü bu topraklarda ‘sultanlık’, daha Cumhuriyet yönetimi kurulmadan önce, 1 Kasım 1922’de kaldırılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu padişahlarının bayram şekeri gibi dağıttığı toprakları korumak için Anadolu halkının canını dişine takıp savaştığı ve sayısız şehit verdiği bir kurtuluş savaşı yaşanmasından hemen sonra… Saltanatın kaldırılması Meclis’te tartışılırken Atatürk, “Osmanoğulları Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek hakimiyet ve saltanata isyan ederek idareyi kendi eline almış bulunuyor” demişti. İşte bu Hanım Sultan, Türk halkının “hadlerini bildirdiği” Osmanoğulları ailesinin torunuymuş.
* * * * *
Komedi programı yayınlamak yerine bu kadını çıkarıyorlar ekranlara son zamanlarda. O da, ciddi ciddi konuşurken, Türk halkının gülümsemesine, hatta zaman zaman kahkaha atmasına neden oluyor. Neler demiyor ki!..
“Parlamenter sistem canına yetmiş” hanımefendinin. Onun için başkanlık sistemi istiyormuş.
Dedesinin mallarını, yani İstanbul’un yarısını istiyormuş. “Benim onlar” diyormuş… Gerekçesini de, yüzü bile kızarmadan açıklıyor: “Sultan Abdülhamit, birçok araziyi, kendi mülküne geçirmiş!” Vermezsek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidip, hepimizi dava edecekmiş! Biraz cesareti olsa, “ben sultanım, hepiniz benim tebaamsınız” da diyecek. Belki onun da zamanını bekliyordur.
Dedelerinin aksine son derece cahil bir kadın. Söylediğine göre Napolyon, “benden sonraki ikinci zengin Abdülhamit Han’dır” demiş. Abdülhamit, Napolyon’un ölümünden 21 yıl sonra doğmuştur oysa. Bilmiyor Hanım Sultan…
Dedelerinin ardından, yoksulluktan nefesi kokan halkın, Osmanlı’dan kalan, bugünün değeriyle 500 milyar dolar dış borcu ödemek zorunda kaldığını da bilmiyor. Ya da bilmezlikten geliyor…
Evlenmeden önce, düğününün “dedesinin sarayı” Dolmabahçe’de yapılmasını istedi. Hatta bunun, bir ‘iade-i itibar’ olacağını söyledi. Aldığı tepkiler üzerine de, “bu sadece, padişah torununun masum bir isteğidir” dedi, sevimli küçük kız edasında…
* * * * *
Osmanlı hanedan üyelerinin, medyadan uzak durma, fazla göz önünde olmama gibi prensipleri vardır. Bunlara uymayan bu kızın, aileden kimse kulağını çekmiyor. Oysa Anadolu’da, “ölüyle deli ailesindir” diye bir söz vardır. Hanım sultanı aileden saymıyorlar galiba…
Kendisine akıl veren yok sanırım, ben vereyim bari:
Sibel Can, çoktan söylemişti: “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, bezirgan değil.” Bu ülkede bir tane sultan vardır, o da Türkan Sultan’dır. Bu unvanı dedelerinden miras kalmamış, emeğinin hakkıyla elde etmiştir.
Dolmabahçe’de düğün ile ilgili öneri vermek için geç kaldım, sultan evlendi; ama sarayla ilgili düşleri sürüyorsa, ona, amcası Vahdettin gibi, saraydan bir İngiliz gemisine binip Malta’ya doğru açılmasını öneririm.
Bir de, eğer ekranlardan inmeyecekse, biraz tarih kitabı karıştırmasında fayda var, yoksa rezil oluyor. Dedesi Abdülhamit, utancından mezarında ters dönüyordur. Yazıktır koca sultana!