“Yerel sorunları yazsana” dedi bir okuyucum… Antalya’nın gerçekten sayısız sorunu var yazılabilecek. Yıllardır süren yanlış yapılaşmadan dolayı tarım alanı kalmadı, tarımsal üretim yapmak isteyen toprak bulamıyor. Ranta kurban giden kentte sadece toprak değil yok olup giden; denizimiz, sahillerimiz, ormanlarımız, sularımız da hızla yok oluyor. Hava kirliliği son derece ciddi boyutta… Her zamanki gibi “ölçüm yapıyoruz, normal çıkıyor” diyorlar; biz de onlara 24 saatlik ortalamanın anlamsızlığını anlatmaya çalışıyoruz. Esnaf kan ağlıyor… Çiftçi perişan… Kahveler işsiz dolu…
Bunların hepsini zaman zaman gündeme getirip yazıyorum. Biliyorum, hepsi birbirinden önemli. Ancak bu dönemde beni bağışlayın, hepimizin çok daha önemli bir sorunu var, onu gündemin zirvesinden indirmek mümkün görünmüyor.
Beka sorunu diyorlar… Beka, “sonsuzluk, kalıcılık” anlamında bir sözcük. Yani Türkiye’nin “var oluşunun devamlılığı, kalıcılığı” sorunuyla karşı karşıyayız.
Yaşadığımız; “sadece Suriye’ye gerçekleştirilen bir operasyon” olarak tanımlanıp hafifsenebilecek bir konu değil. Gerçekten bir varoluş sorunu…
İçinde bulunduğumuz duruma biraz uzaktan bakınca; 20. yüzyılın ilk 20 yılına, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecine ne kadar benzediğini görebiliyoruz. Aynı o günlerdeki gibi, Batılı emperyalistler, ülkeyi parçalamak, Anadolu’da kendi çıkarlarına uygun yeni devletler kurmak ve Türkiye’yi denizden uzak küçücük bir toprak parçasına sıkıştırıp yok etmek için planlar yapıp uyguluyorlar.
Aynı o günlerdeki gibi, Yunanistan, ‘megalo idea’ denilen Ege ve Anadolu’nun batısına hakim olma düşlerini tazeliyor.
Aynı o günlerdeki gibi, yönetim, ülkeden çok kendi çıkarlarını düşünür durumda. Görünen o ki; seçim, bekadan önemli.
O günlerin tarihini yeniden okuyup bugüne daha dikkatli baktım. Bütün bu sorunların altından kalkabilmemizin sadece tek bir yolu olduğunu gördüm: Bir olmak…
Ne diyordu Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Anayasamız da, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyor.
Yani sözü edilen Türk kavramı, bir ırkı değil, bir ülkenin halkını anlatıyor. Hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun…
Fransa, ülkesinde yaşayan ancak vatandaş olan milyonlarca Afrikalıya ‘Fransız’ diyor.
Rusya, hangi ırktan olursa olsun vatandaşlarını ‘Rusyalı’ değil, ‘Rus’ olarak tanımlıyor.
Ortadoğu’da ırk ve mezhep çatışmasını sonsuz olanaklarla destekleyen ABD’de ‘Amerikan’ denilen bir ırk yoktur; ülkede yaşayan sayısız ülkeden gelen ABD vatandaşlarının hepsinin adıdır ‘Amerikan’.
İngiltere vatandaşının adı ‘İngiliz’dir, ‘İngiltereli’ değil.
Öyleyse neden Türk kavramından korkup ‘Türkiyeli’ diye bir kavram uyduruyoruz? Bunun birleşmeden çok ayrıştırma amaçlı olduğu net bir biçimde görülmüyor mu?
Neden bu oyuna gelip, ülkenin en çok birlikteliğe ihtiyacı olduğu böylesi bir dönemde, Türk ve Türkiye kavramlarıyla bu kadar oynuyoruz?
Basit bir operasyon değil yaşanan; bildiğiniz Ortadoğu bataklığında bir harekat… Ve bu harekat, ancak biz birbirimize sıkı sıkıya sarılıp, hepimizin geleceğinin ortak olduğunu fark edersek başarıya ulaşacak. Yoksa, hangi ırktan, hangi dinden olursak olalım, hepimizi geri dönüşsüz kocaman bir kaybediş, belki de yokoluş bekliyor…