Armut dibine düşer
Antalya’da bazı isimler vardır ki, şehirle birlikte anılır. Çünkü o isimler yalnızca tabelalarda değil, ilişkilerde, ticarette, siyasette, hatta mahalle sohbetlerinde bile yer edinmiştir. Kocademir soyadı da onlardan biriydi. Ancak bu ailenin hikâyesi, gururla anlatılan bir başarı öyküsü değil; yıllar içinde göz göre göre çürüyen bir itibarın, sessizlikle büyütülmüş bir yıkımın öyküsüdür. Bugün İbrahim Kocademir’in Amerika’ya kaçışı, arkasında bıraktığı milyonlarca lira borç, onlarca mağdur, batık şirketler, izini kaybettirmeye çalıştığı kripto hesaplarla konuşuluyor. Ama bu hikâye yalnızca bugünden ibaret değil. Çünkü İbrahim, o enkazın ortasında büyüdü. Ticareti, ilişkileri, alavereyi babasından öğrendi. Ama görmediği tek şey, ahlaki bir duruştu. 1990’ların sonunda Antalya’nın en değerli arsaları bu ailenin elindeydi. Bozkan Petrol’ün olduğu arazi, köşe başındaki imarlı parseller, yıllar sonra kat karşılığı milyoner olunacak bölgeler… Hepsi bir bir elden çıktı. Üstelik satılmadı; adeta batırıldı. Babası hem en yakınlarını kandırdı, hem de yıllar içinde çevresindeki güveni parça parça tüketti. Bu öyle bir düzendi ki, köfteci dükkanı açıp et aldığı kasabı batıran bir zihniyet. Ve herkes izledi. Bankacılar, yatırımcılar, dostlar, hatta STK temsilcileri… Kimse ses çıkarmadı. Çünkü herkes işin sürdüğüne razıydı. “Çökmesin de nasıl dönüyorsa dönsün” anlayışı hâkimdi. Sistem işliyordu çünkü. Sorgulamak, düzeni bozardı. Bozulmadı. Ta ki patlayana kadar. Bugün yaşananlar kimse için sürpriz değil. İbrahim Kocademir, sadece bu çöküşün son halkası. Ama mesele şu: Bu insanlar bu noktaya bir günde gelmedi. İtibar maskesiyle, hayır perdesiyle, aileden gelen saygınlıkla kurulan güven, yıllar içinde sessizce satıldı. Şimdi şehirde yalnızca paralar değil, hatıralar, dostluklar, inançlar da kaybolmuş durumda. İşin en çarpıcı yanı ise şu: Mağdurlar adalet aramak için artık mahkeme değil, dedektif arıyor. İbrahim’in Amerika’daki adresi öğrenildi. Ancak bu bilgi bile tek başına yeterli olmadı. Bir mağdur, bir yakını aracılığıyla kapısına kadar dayandı. Canlı görüntülü görüşmede İbrahim, önce inkâr etti, sonra panikledi, ardından yalvardı. “Abi affet, paran bende. Merak etme, güvende” diyerek kıvırdı durdu. Çünkü kendini hâlâ güvende sanıyordu. “Amerika’dayım, kimse ulaşamaz” diye düşünüyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı: Bu şehirde hâlâ hakkını arayan insanlar var. Hatta bazıları, İbrahim’in yerini öğrenmek için para teklif ediyor. “Yerini söyle, şu kadar bin lira vereyim” diyen var. “Konum at, borcumu silerim” diyen bile… Yani dolandırılmış insanlar, dolandırıcıya ulaşmak için üçüncü kişilere para teklif etmek zorunda kalıyor. Peki bu paralar nerede? İddialara göre, Türkiye’den çıkarılan milyonlar kripto para birimlerine çevrildi. Sanal cüzdanlarda, borsalarda, iz sürülemeyecek alanlara yayıldı. Burada onlarca insanın hayatı mahvolurken, orada yeni bir hayat kuruldu. Bir adamın arkasında bıraktığı borçlar onun kadar rahat dolaşamazken, o hâlâ kahve zincirlerinde latte içebiliyorsa, bu sadece onun suçu değildir. Bu, aynı zamanda susanların, unutanların, göz yumanların da suçudur. Bugün hâlâ bazıları çıkıp, “Ama cami yaptılar, okul yaptılar” diyebiliyor. Oysa mahalleye yapılan caminin arsasını amcası verdi, inşaatı mahalleli yaptı, reklamını ise Hilmi Kocademirve oğlu topladı. Yani hayrı bile PR’a dönüştürdüler. Şimdi soralım: Nerede bu şehrin sivil toplum kuruluşları? Nerede meslek odaları, dernekler, ticaret erbabı? Yıllarca bu aileyle aynı masada oturan, onlara itibar kazandıranlar bugün neden sessiz? Çünkü bazı gerçekler bilinir ama konuşulmaz. Herkes kendi koltuğunu korumakla meşgul. Bu hikâye yalnızca bir ailenin çöküşü değil. Göz göre göre yaşanmış bir aldanışın, kurumsal kayıtsızlığın ve toplumsal suskunluğun belgesidir. Şehrin göbeğinde dönen bu senaryo, koca bir kent hafızasının sınavıdır. Unutmayın, bu şehirde kimin ne yaptığı unutulur. Ama kimin neye sessiz kaldığı asla unutulmaz. Armut dibine düştü. Ama bu kez yalnızca toprağı değil, bütün kökü çürüttü.