DÜNYA MEDENİYET KENTİ: ANTAKYA
Yurtdışında pek çok güzel şehri gezdiğimiz gezi köşesinde bu haftaki durağımız bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve tüm dinlerin kardeşçe yaşadığı yapısıyla herkesi kendine hayran bırakan medeniyetler kenti Antakya...
İnsanın doğup büyüdüğü şehri anlatmak çok kolaymış gibi gelebilir ama aslında en zoru. Hangi sıraya koysam, nereden başlasam diye epey zorlanıyorum. Tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan Antakya'nın tarihi Milattan Önce 300'lü yıllara dayanıyor. Büyük İskender'in komutanlarının kurduğu bu şehir, ortasından geçen ve şehri ikiye ayıran Asi Nehri'nin yanı sıra çok dinli yapısı ve hoşgörüsüyle de insanı büyülüyor. Ezan, Çan ve Hazan seslerinin her gün birbirine karıştığı bu şehirde yüzyıllardır birlikte yaşayan Antakya halkı, dinler arası hoşgörünün, kendinden olmayanlara gösterilen saygı ve sevginin en güzel örneğini oluşturuyor. ASİ NEHRİ TERSİNE AKIYOR Şehrin ortasından bir inci misali geçerek denize dökülen Asi Nehri (Orontes olarak da bilinir), şehri ikiye ayırıyor. Lübnan'da doğan ve Suriye topraklarından geçerek Antakya'da denize dökülen Asi Nehri'nin toplam uzunluğu 386 kilometre. Asi Nehri kuzeyden güneye doğru yani tersine akan tek nehir olarak da biliniyor. Zaten ismini de bu özelliğinden aldığı rivayet ediliyor. Şehre bambaşka bir hava katan Asi Nehri, üzerinde bulunan pek çok köprüyle iki yakayı birbirine bağlıyor. Bu köprülerden en eski olanı şehrin merkezinde bulunan Ata Köprüsü. Çok sayıda deprem gören ve restore edilerek bugünlere kadar ulaşan Ata Köprüsü, Antakyalılar arasında sık kullanılan bir buluşma noktası aynı zamanda... YÜZYILLAR ÖNCESİNE YOLCULUK Hiç şüphesiz Antakya'nın en güzel ve tarih kokan yeri Eski Antakya sokakları. Tarihin gizemine ve ihtişamına tanıklık eden evleri ve sokaklarıyla Eski Antakya, şehrin tarihinin ne kadar eskilere dayandığını gösteriyor. Daracık sokaklarında yürüyenleri kendine özgü avlulu evleriyle büyüleyen Eski Antakya, çıkmaz sokakları ve dehlizleriyle Roma'nın sokak dokusunu hatırlatıyor. Sokaklarda bulunan ve tarihi çok eskilere dayanan kemeler, şehrin bu bölümüne apayrı bir hava katıyor. İLK CAMİ VE İLK KİLİSE ANTAKYA'DA Yazımın başında da bahsettiğim gibi Antakya çok dinli yapısı nedeniyle de ayrı bir önem taşıyor. Pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olmasından kaynaklanan bu çok dinli yapı, günümüzde kardeşliğin ve hoşgörünün en güzel örneğini oluşturuyor. Şehirde bulunan ve Anadolu'nun bilinen ilk camii olma niteliği taşıyan Habib-i Neccar Camii ile yine Hıristiyanlık dininin yayılmaya başladığı ve dünyanın ilk mağara kilisesi olarak bilinen Saint Pierre Kilisesi, manevi açıdan Antakya'nın oldukça önemli bir kent olduğunu da kanıtlıyor. Bugün kente gelen pek çok turistin ziyaret ettiği Habib-i Neccar Camii ve Saint Pierre Kilisesi'nin yanı sıra Ortodoks, Katolik ve Protestan kiliseleri ile Musevi cemaatinin ibadethanesi olan Sinagog da kente gelenlerin uğrak noktaları arasında yer alıyor. ST. SİMON MANASTIRI Samandağ İlçesi'ne bağlı Aknehir Beldesi sınırları içerisinde yer alan ve 479 metre yükseklikte bulunan St. Simon Manastırı, Antakyalı St. Simon'un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşaması rivayetiyle biliniyor. Tepeden bakıldığında bir Haç işareti oluşturan Manastır'da üç kilise, misafirhane, mutfak, kiler odaları ve sarnıçlar yer alıyor. Uzun bir süre bakımsız kalan ancak son dönemde restore edilerek ziyaretçilerin beğenisine açılan Manastır, özellikle bölgeyi ziyaret eden Fransızlar tarafından yoğun ilgi görüyor. Antakya, özellikle tarih meraklılarının ilgisini cezbedecek pek çok mekana sahip. Dünyanın en büyük mozaik müzelerinden birinin de Antakya Arkeoloji Müzesi adıyla bulunduğu şehirde, tarihin eski dönemlerine ait çok sayıda tarihi eseri görmek mümkün. Dünyanın ilk ışıklandıran caddesi de (Kurtuluş Caddesi) yine Antakya'da bulunuyor. Bu eşsiz kenti bir gazete sayfasıyla anlatmak imkansız. Bu nedenle şehri gidip görmek ve bu kentin ihtişamına ortak olmak gerekiyor. Haftaya yurdumuzun bir başka cennet köşesini anlatacağımız Gezi köşesinde buluşmak dileğiyle...