HAYDİ HAYIRLISI…
Türkiye’de zengin kesimin oluşmasında en önemli etkenlerden biri, kamu ihaleleri ve kişilere yapılan tahsisler olmuştur. TÜSİAD içinde bulunan İstanbul ve İzmir merkezli büyük şirketler, dalgalanma yaşasalar da pek çok krize rağmen ayakta kalabilmeyi başarabilmişlerdir. 1980 yıllarında ayakta kalabilen ve özellikle banka sahibi olan gruplar, zor duruma düşen işletmeleri satın alarak daha da büyümüşlerdir. Bunun adı kaynak transferidir. Anadolu’nun büyümek isteyen sermayedarları küçük işletmeler olmaları nedeni ile gerekli kredi imkanlarını elde edemedikleri için 1980’li yıllarda başlayan 'özel finans kurumları' (faizsiz bankacılık) adı altında başlayan sistemde, genelde İslami cemaatlerle bağlantılı Asya-Finans (Bank Asya, Fethullah Gülen Cemaati) Anadolu Finans, İhlas Finans (Işıkçılar Cemaati), gibi kuruluşlar ve Al Baraka, Faysal Finans, Kuveyt Evkaf gibi Arap sermayeli firmalar Anadolu sermayesinin yolunu açtı. 2001’de yaşanan kriz sonrası Kemal Derviş’in uygulamalarıyla İMF’den gelen para, batacak olan bankalara verildi. Sonrasında ise özelleştirmenin önü açıldı ki; bu da bir nevi kaynak transferidir. Ve bankaların, pek çok ailenin varlıklarını, fabrikalarını, mesken ve arsalarını yabancılara satmaları ile yabancı sermaye yatırımlarının da hızı arttı. Bu arada yeşil sermayenin devreye girdiği yılların başlangıcını 2007 olarak kabul edebiliriz. TÜSİAD karşısında oluşturulan MÜSİAD, kamu ihaleleri ve özelleştirmelerle en az TÜSİAD kadar etkili sermaye topluluğu olma özelliğini kazandı. Kamu ihaleleri TOKİ ve yerel yönetimler vasıtası ile beslenen bu sermayeler ve çekişmeleri başka bir yazımda ele alacağım. Ancak bütün bu hususların toplumsal gruplar arasında gelişen milli kaynaklara devlet tasarrufları ile sahip olabilme kavgası olduğu ortadadır. Benim gelmeye çalıştığım yer ebetteki Antalya… Zira Türkiye genelinde yaşanan her şey aslında bu kentte küçük çapta yaşıyoruz. Antalya geneline bakıldığında burada rant dışında sanayileşmeye yönelik bir yatırımın olmadığını görüyoruz. 3T yani turizm, taahhüt ve ticaret sektörlerinden oluşan hizmet ağırlıklı ve tamamen dış bağlantılı ekonomik yapılanma 80’lerden bu yana Türkiye ve Antalya’ya bir model olarak dayatıldı. Bütün bu süreçte Antalyalı esnafın, Antalyalı küçük üreticinin giderek söz sahibi olma imkânının kaybolduğuna şahit olduk. 15 Temmuz’dan sonra yeniden bir devlet yapılanmasına doğru gidiyoruz. Bu devlet yapılanmasında esnaf ve zanaatkârların güçlü bir destekle Antalya ekonomisinde ki yerlerini daha ağırlıklı alacağını umuyorum. İyi haftalar…