İlk olarak, geçtiğimiz yıl yapılması planlanan ancak, pandemi nedeniyle bu yıl ilki gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Forumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, böylesi büyük bir Forumun son derece başarıyla gerçekleşmesinde emeği geçen herkesi gönülden kutlarım. Kıbrıs Türk halkı olarak Anavatanımızın başarılarıyla gurur duymaktayız. Birçok ülkeden üst düzey yetkililerin iştirak ettiği Antalya Diplomasi Forumu’na katılmak bizler için mutluluk ve onur verici olmuştur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak Foruma en üst seviyede katılım göstererek Kıbrıs Türk Halkının haklı davasını ve varoluş mücadelesini anlatma fırsatı bulduk. Antalya Diplomasi Forumu’nda bize gösterilen misafirperverlik ve sıcak evsahipliği için Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’ne, özelde de Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’na teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
KKTC ismini duymaya tahammülleri yok
Bir dönem Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ile Atina Belediye Başkanlığı görevlerinde bulunmuş olan şahıs, davet almasına ragmen, sırf biz katıldık diye, Antalya Diplomasi Forumu’na katılmamıştır. Bir yandan “Kıbrıs sorununu çözmek için müzakerelere hazırız” şeklinde açıklamalarda bulunan Rum ve Yunanlıların, diğer yandan bizim de Forumda bulunmamızdan rahatsızlık duymaları ne kadar samimiyetsiz olduklarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
ADF’ye hem aktif görevde olan, hem de daha önce görevde bulunan Devlet adamları davet edildi. Yunan Bakanın tavrı, Kıbrıs Türklerinin varlığını tolere edemediklerinin, KKTC ismini duymaya dahi tahammüllerinin olmadığının açık göstergesidir. Bu gibi örnekler, Avrupa Birliği üyesi olup sözde bize insan hakları ve hukuk dersi vermeye çalışan kişilerdir. Kendisini şahsen de çok iyi tanıyorum, kendisi Türkiye’yi Kıbrıs’ta “işgalci” olarak nitelendirmek suretiyle gerçekleri saptırdığı için geçmişte kendisiyle uluslararası platformlarda tartıştığım bir isimdir.
Daha önce bu tarz durumla karşılaştınız mı?
Evet karşılaştık. Davet aldığımız uluslararası forum ve kongrelere katılmaya çalışıyoruz. Katılım gösterdiğimiz Crans Montana Forum toplantılarında Yunan heyeti hakkımızda şikayette bulunmuş ve toplantıdan gönderilmememiz halinde kendilerinin toplantıyı terk edeceğini söylemişti. Ancak, organizasyon komitesi “Kıbrıs Türkleri bütün programlara katılıp, yakından takip ediyorlar, kimseyle bir sorun yaşamıyorlar. Elbette gitmek isterseniz bu karar size ait ancak, giden kaybeder” şeklinde olmuştu. Sonuç olarak Yunan heyeti toplantıyı terk etmişti.
Doğu Akdeniz konusunu bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Bilindiği üzere, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ülke Türkiye’dir. Buna ragmen, oynanan oyun, hedef ve çaba Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kilitlemektir. Amerika çok uzun zamandır Doğu Akdeniz’de varlık gösteriyor, Rusya da Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e gelmiş durumda. Yunanistan ise, sanki her bir adacık kendi kıta sahanlığına sahipmiş gibi hareket etmekte ve Türkiye’yi geriye itmeye çalışmaktadır. Ancak, Türkiye’nin KKTC ile Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda yaptığı anlaşma ve daha sonra aynı şekilde Libya ile imzalamış olduğu anlaşmayı müteakip Doğu Akdeniz’de oynanmak istenen oyun büyük ölçüde bozulmuştur. Bundan sonra, Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile de ilişkilerini yumuşatmasını umuyorum. Rum tarafının hidrokarbon kaynaklarına ilişkin eşit paylaşım ve işbirliğinden uzak, kışkırtıcı falliyetleri devam ettiği sürece Kıbrıs Türk tarafı da hak ve çıkarlarını korumak için adım atmaya devam edecektir.
Uslu çocuk yok artık
Türkiye reel politikayı takip eden ve oyunu kuralına göre oynayan, güçlü bir ülkedir. Her zaman ifade ettiğim gibi, her şey reel politika üzerinden dönüyor. Reel politikada esas, hatır gönül değil, ülkesel ve ulusal çıkarlardır. Türkiye, uluslararası ilişkilerde artık eskisi gibi “uslu çocuk” değildir. Yaptığı büyük işlerle, başarılarıyla kendini kanıtlamış, reel politikayı layıkıyla uygulayan bir ülkedir.
Geçmişte, Rum ve Yunan ikilisi sürekli Türkiye’ye saldırmakta, Türkiye’yi “işgalci” olmakla suçlamakta, bizler de Türk tarafı olarak savunma yapmaktaydık. Türkiye Cumhuriyeti, tüm kurumlarıyla köklü, büyük ve çok güçlü bir ülkedir. Dolayısıyla, KKTC olarak bizim gücümüz de Anavatanımızın gücü kadardır.
Kıbrıs meselesi Türkiye’de ve dünyada yeteri kadar biliniyor mu?
Öncelikle, Kuzey Kıbrıs’ta gençlerimize düşmanlık aşılamamak ve genç nesilleri Rum tarafının yıllardır izlediği nefret politikası içinde eğitmek istemediğimiz için çocuklarımıza Kıbrıs meselesiyle ilgili çok fazla şey öğretilmedi. Günümüz gençlerinin bir kısmı ne yazık ki ülkemizin ne kadar büyük zorluklardan geçtiğini ve Devletimiz için verdiğimiz varoluş mücadelemiz hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Ancak, son dönemde sevinerek söylemek isterim ki milli duygularla yetişen, tarihimizi okuyup bilgi sahibi olan ve daha fazlasını öğrenmek isteyen gençlerimiz de yetişmektedir. Öte yandan, Türkiye’de de milyonlarca insan Kıbrıs meselesinin özünü maalesef yeteri kadar bilmiyor. Ancak, Türkiye’de aynı zamanda bir “Kıbrıs hassasiyetinin” olduğu aşikardır.
Uluslararası camianın Türk tarafı olarak Kıbrıs meselesini iyi anlatamadığımızdan dolayı meseleyi yeterince bilmediği şeklinde zaman zaman çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Buna kesinlikle katılmıyorum. Uluslararası toplum, bilinçli olarak Kıbrıs konusunu ve Kıbrıs Türkü’nü görmezden gelmeye ve meselenin ne olduğunu anlamakta zorlandıkları imajını yaratmaya çalışmaktadır. Önemli olan, yaratılmaya çalışılan bu yanlış imajı, Kıbrıs konusunun esas içeriğini ve sorunun kaynağını dinamik bir şekilde her platformda anlatmamızdır.
1964: BM Barış Gücü’nün Ada’ya gelişi
Kıbrıs’ta asıl sorun, haritada Kıbrıs Adasının yerini dahi bilmeyen ülkeler tarafından Kıbrıs’ın 1960’larda kaderinin tayin edilmesidir. O tarihten bu yana, Kıbrıs sorununu çözmek mümkün olmamıştır. Özellikle yabancı diplomatlarla yaptığım görüşmelerde, muhataplarıma şu soruyu soruyorum : “Ortada size göre bir “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti” var ise sorun nedir?” . Uluslararası camia, sadece Rumlardan oluşan bir devleti sanki bütün Adayı temsil eden meşru bir devletmiş gibi tanıyor hatta bu sözde devleti Avrupa Birliği üyeliğine de alarak ortadaki büyük hatanın devamını ve tescilini sağlıyor. Öte yandan, 1960 ortaklık Cumhuriyeti’nin eşit ortağı olan Kıbrıs Türklerini yok sayıyor ve Devletimizi de tanımıyor. Rum tarafı ve Rum destekçileri tüm dünyaya Kıbrıs meselesinin 1974’te başladığı yalanını yaymıştır. Kıbrıs meselesi gerçekten 1974’te başlamış olsaydı, Birleşmiş Milletler Barış Gücü 1964 yılında neden Kıbrıs’a gelmiştir? Esas sorulması gereken soru budur.
Eşit statü
53 yıl boyunca toplumlararası görüşmeler devam etti ve her seferinde Kıbrıs meselesine çözüm bulma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Kıbrıs konusu taraflar arasındaki eşitsizlik devam ettiği, Rum tarafına sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti devleti” Türk tarafına da bu sözde “devlet” içinde bir “toplum” muamelesi yapıldığı sürece çözümsüz kalmaya mahkumdur. Rumlara bu konfor alanı uluslararası camia tarafından sunulmuştur ve gelinen aşamada sorumluluk Kıbrıs’ta tarafların statülerini yeniden tanımlayarak yeni bir sayfa açması gereken uluslararası aktörlerdedir.
Toplumlararası müzakere süreci artık sona ermiştir. Müzakerelerin devam edebilmesi için, adada mevcut iki Devletin egemen eşitliği ile eşit uluslararası statüsüsün kabul edilmesi, bir başka ifadeyle bu iki Devletin statülerinin eşitlenmesi gerekmektedir.
Müzakereler olmazsa ne yapılabilir?
Kıbrıs Türklerinin tek seçeneği sanki Kıbrıs Rum tarafı ile bir ortaklık kurmakmış gibi yansıtılıyor. Ancak gerçek bu değildir, başka seçenekler de mevcuttur. Nasıl ki bugüne kadar her adımı Türkiye ile birlikte atmışsak bundan sonra da ileriye yönelik adımlarımıza Türkiye ile birlikte karar vereceğiz.
Gönlündeki politika
Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik iki Devletli politikamızda kararlıyız. Bu politika Kurucu Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf R. Denktaş’ın da gönlünde yatan politikaydı. Uluslararası toplum Kıbrıs Türklerine karşı yapılan ayrımcılığa bir son vermek isterse, hareket tarzımızı ona göre belirleyebiliriz. Sorumluluk ne Kıbrıs Türklerinde ne Kıbrıs Rumlarındadır. Sorumluluk Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumdadır. Cenevre’de 27-29 Nisan 2021 tarihleri arasında gerçekleşen 5+BM gayriresmi toplantı sonunda, BM Genel Sekreteri Guterres, Kıbrıs’ta yeni bir müzakere sürecine başlamaya yönelik ortak zemin olmadığını açıklamıştır. Genel Sekreter, 2-3 ay sonra yeni bir 5+BM gayriresmi toplantısı daha düzenlemeyi planlamaktadır. Bu bağlamda, Guterres’in Kıbrıs için görevlendirdiği üst düzey BM yetkilisi sözkonusu toplantıya katılacak beş taraf ile istişareleri sürdürmektedir. İstişareler sonunda, BM yetkilisinin, taraflar arasında ortak bir zemin bulunmadığı görüşüne hakim olması halinde 5+BM gayriresmi toplantısının yapılmayacağını düşünmekteyim.
Komşu olunur ancak
Ben Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumlarının, ortak amaçlar, ortak çıkarlar doğrultusunda bir devlette yaşayabileceğine inanmıyorum. İyi komşuluk ilişkisi kurabilirler ancak ötesi mümkün değil. Geçmişte buna şahit olduk. Herşeyden önce, Kıbrıslı diye bir millet yoktur. Kıbrıslılık, Türkiye’deki Karadenizlilik, Egelilik gibi kültürel ve coğrafi bir tanımlamadır. Bunun en bariz göstergesi, 1960 yılında kurulan ortaklık cumhuriyetinin bir milli marşı olmaması, Kıbrıs Türklerinin İstiklal marşını, Kıbrıs Rumlarının ise Yunan milli marşını çalmış olmalarıdır.
Türkiyesiz Kıbrıs düşünülemez
Rumların yegane amacı Türkiye’yi Ada’dan atmak ve böylelikle Kıbrıs’ı Girit’e dönüştürmektir. Kıbrıs Türk halkı şu anda hayatta ise, Kıbrıs Türk Devleti bazı devletler tarafından kaale alınıyor ise, bunu Türkiye’ye borçluyuz. Allah korusun, Türkiye’nin Ada’dan çıkması demek Kıbrıs Türk halkının yok olması demektir.
Ada boşalmasın politikası
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da Alman, İngiliz, Fransız vatandaşları gibi yabancı kategorisindedir. Bunun tersi, Türkiye’de de yaşandı, Kıbrıs Türklerine yıllarca vatandaşlık verilmedi. Ancak, bu bilinçli bir politikaydı, amaç Ada’yı boşaltmamak, Rumlara teslim etmemekti. Türkiye’de vatandaşlıkla ilgili sıkıntılar ortadan kalktı fakat Kuzey Kıbrıs’ta devam ediyor, parlamenter sistem olduğu sürece de devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye’den ülkemizi ziyaret gelenler, KKTC’nin Türkiye’nin 80 yıl gerisinde olduğunu söylüyorlar. Kıbrıs Türk halkı tutucu bir toplum olduğu için değişen dünyaya ayak uyduramadı.
Çığırtkan bir topluluk var
Toplumumuzda, azınlık da olsa, Türklüğü, Türk milliyetçiliğini istemeyen çığırtkan bir kesim var. Örneğin, geçtiğimiz günlerde, surlara dikilen Türk bayrağına, tarihi esere zarar veriyor gerekçesiyle tepki gösterdiler. Aynı yere, Türk bayrağı yerine AB bayrağı dikilmiş olsaydı, aynı tepkiyi vereceklerini sanmıyorum. Rumun yanında olmak isteyenler, Rumun dünyadaki tanınmışlığının verdiği fırsat kırıntılarından nasiplenmek isteyenler, Devletlerinden vazgeçip, Avrupa’nın kendilerine bakacağını düşünenler var.
Rumların yaptıklarını çabuk unutuyoruz
Bir toplantı sırasında bana, Kıbrıs Türkü çok çabuk unutuyor, çok çabuk kandırılıyor denildi. Doğrudur. Rumların bize yaptıklarını çok çabuk unutanlar var. Türkiye’den kopalım, Türkiye ile bağlantımız olmasın ama Rumlarla birlikte olalım diyenlerin hiçbir gerekçesi olamaz. Rum tarafında, gerek tüm dünyadan alınan destek gerek kara para aklama operasyonları sayesinde, kişi başına düşen milli gelir 25 bin dolar civarındadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Rumlar tarafından uygulanan tüm haksız ve insanlık dışı ambargolara rağmen, kişi başına düşen milli gelir 12-13 bin dolara çıkmıştır. Ancak bu gelir farkı, Devletimizden vazgeçmek için bir mazeret asla olamaz. Devletsiz kalanların başına nelerin geldiğini Filistin’e bakarak görebiliriz. Sıkıntı ve sorunlar var diye devletten vazgeçilecek olsaydı, dünyadaki 200 küsur devletten sadece 5-6 tanesi ayakta kalırdı.
Türk Olmaktan Gurur Duyuyorum
Ben Türk olmaktan gurur duyuyorum, sırf bu yüzden beni faşist olmakla itham edenler var. Bunun faşistlikle ilgisi yoktur. Ben, bir Rum’un Rum olmasından, bir Fransız’ın Fransız olmasından gurur duymasını beklerim. Başka bir ırkı aşağılamak gibi bir düşüncem asla söz konusu değildir.
Pandemi sizi nasıl etkiledi?
İlk vakanın bir turistte çıkmasını müteakip halk arasında büyük bir korku oldu. Devletin de desteğiyle 3 ay kapandık. Akabinde, gerek vaka sayılarındaki artış gerek kapanmanın etkisi nedeniyle Devlete çok ağır bir yük bindi. Her zaman olduğu gibi pandemiyi de Anavatan Türkiye’nin desteğiyle atlatıyoruz. Tüm dünyada aşı tedarikinde yaşanan gecikme nedeniyle bize de aşılar geç geldi. Şu anda Türkiye’den düzenli olarak aşı gelmektedir ve nüfusun büyük bir çoğunluğu aşılanmaktadır.
Öncelikle, böylesi büyük bir Forumun son derece başarıyla gerçekleşmesinde emeği geçen herkesi gönülden kutlarım. Kıbrıs Türk halkı olarak Anavatanımızın başarılarıyla gurur duymaktayız. Birçok ülkeden üst düzey yetkililerin iştirak ettiği Antalya Diplomasi Forumu’na katılmak bizler için mutluluk ve onur verici olmuştur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak Foruma en üst seviyede katılım göstererek Kıbrıs Türk Halkının haklı davasını ve varoluş mücadelesini anlatma fırsatı bulduk. Antalya Diplomasi Forumu’nda bize gösterilen misafirperverlik ve sıcak evsahipliği için Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’ne, özelde de Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’na teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
KKTC ismini duymaya tahammülleri yok
Bir dönem Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ile Atina Belediye Başkanlığı görevlerinde bulunmuş olan şahıs, davet almasına ragmen, sırf biz katıldık diye, Antalya Diplomasi Forumu’na katılmamıştır. Bir yandan “Kıbrıs sorununu çözmek için müzakerelere hazırız” şeklinde açıklamalarda bulunan Rum ve Yunanlıların, diğer yandan bizim de Forumda bulunmamızdan rahatsızlık duymaları ne kadar samimiyetsiz olduklarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
ADF’ye hem aktif görevde olan, hem de daha önce görevde bulunan Devlet adamları davet edildi. Yunan Bakanın tavrı, Kıbrıs Türklerinin varlığını tolere edemediklerinin, KKTC ismini duymaya dahi tahammüllerinin olmadığının açık göstergesidir. Bu gibi örnekler, Avrupa Birliği üyesi olup sözde bize insan hakları ve hukuk dersi vermeye çalışan kişilerdir. Kendisini şahsen de çok iyi tanıyorum, kendisi Türkiye’yi Kıbrıs’ta “işgalci” olarak nitelendirmek suretiyle gerçekleri saptırdığı için geçmişte kendisiyle uluslararası platformlarda tartıştığım bir isimdir.
Daha önce bu tarz durumla karşılaştınız mı?
Evet karşılaştık. Davet aldığımız uluslararası forum ve kongrelere katılmaya çalışıyoruz. Katılım gösterdiğimiz Crans Montana Forum toplantılarında Yunan heyeti hakkımızda şikayette bulunmuş ve toplantıdan gönderilmememiz halinde kendilerinin toplantıyı terk edeceğini söylemişti. Ancak, organizasyon komitesi “Kıbrıs Türkleri bütün programlara katılıp, yakından takip ediyorlar, kimseyle bir sorun yaşamıyorlar. Elbette gitmek isterseniz bu karar size ait ancak, giden kaybeder” şeklinde olmuştu. Sonuç olarak Yunan heyeti toplantıyı terk etmişti.
Doğu Akdeniz konusunu bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Bilindiği üzere, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ülke Türkiye’dir. Buna ragmen, oynanan oyun, hedef ve çaba Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kilitlemektir. Amerika çok uzun zamandır Doğu Akdeniz’de varlık gösteriyor, Rusya da Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e gelmiş durumda. Yunanistan ise, sanki her bir adacık kendi kıta sahanlığına sahipmiş gibi hareket etmekte ve Türkiye’yi geriye itmeye çalışmaktadır. Ancak, Türkiye’nin KKTC ile Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda yaptığı anlaşma ve daha sonra aynı şekilde Libya ile imzalamış olduğu anlaşmayı müteakip Doğu Akdeniz’de oynanmak istenen oyun büyük ölçüde bozulmuştur. Bundan sonra, Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile de ilişkilerini yumuşatmasını umuyorum. Rum tarafının hidrokarbon kaynaklarına ilişkin eşit paylaşım ve işbirliğinden uzak, kışkırtıcı falliyetleri devam ettiği sürece Kıbrıs Türk tarafı da hak ve çıkarlarını korumak için adım atmaya devam edecektir.
Uslu çocuk yok artık
Türkiye reel politikayı takip eden ve oyunu kuralına göre oynayan, güçlü bir ülkedir. Her zaman ifade ettiğim gibi, her şey reel politika üzerinden dönüyor. Reel politikada esas, hatır gönül değil, ülkesel ve ulusal çıkarlardır. Türkiye, uluslararası ilişkilerde artık eskisi gibi “uslu çocuk” değildir. Yaptığı büyük işlerle, başarılarıyla kendini kanıtlamış, reel politikayı layıkıyla uygulayan bir ülkedir.
Geçmişte, Rum ve Yunan ikilisi sürekli Türkiye’ye saldırmakta, Türkiye’yi “işgalci” olmakla suçlamakta, bizler de Türk tarafı olarak savunma yapmaktaydık. Türkiye Cumhuriyeti, tüm kurumlarıyla köklü, büyük ve çok güçlü bir ülkedir. Dolayısıyla, KKTC olarak bizim gücümüz de Anavatanımızın gücü kadardır.
Kıbrıs meselesi Türkiye’de ve dünyada yeteri kadar biliniyor mu?
Öncelikle, Kuzey Kıbrıs’ta gençlerimize düşmanlık aşılamamak ve genç nesilleri Rum tarafının yıllardır izlediği nefret politikası içinde eğitmek istemediğimiz için çocuklarımıza Kıbrıs meselesiyle ilgili çok fazla şey öğretilmedi. Günümüz gençlerinin bir kısmı ne yazık ki ülkemizin ne kadar büyük zorluklardan geçtiğini ve Devletimiz için verdiğimiz varoluş mücadelemiz hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Ancak, son dönemde sevinerek söylemek isterim ki milli duygularla yetişen, tarihimizi okuyup bilgi sahibi olan ve daha fazlasını öğrenmek isteyen gençlerimiz de yetişmektedir. Öte yandan, Türkiye’de de milyonlarca insan Kıbrıs meselesinin özünü maalesef yeteri kadar bilmiyor. Ancak, Türkiye’de aynı zamanda bir “Kıbrıs hassasiyetinin” olduğu aşikardır.
Uluslararası camianın Türk tarafı olarak Kıbrıs meselesini iyi anlatamadığımızdan dolayı meseleyi yeterince bilmediği şeklinde zaman zaman çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Buna kesinlikle katılmıyorum. Uluslararası toplum, bilinçli olarak Kıbrıs konusunu ve Kıbrıs Türkü’nü görmezden gelmeye ve meselenin ne olduğunu anlamakta zorlandıkları imajını yaratmaya çalışmaktadır. Önemli olan, yaratılmaya çalışılan bu yanlış imajı, Kıbrıs konusunun esas içeriğini ve sorunun kaynağını dinamik bir şekilde her platformda anlatmamızdır.
1964: BM Barış Gücü’nün Ada’ya gelişi
Kıbrıs’ta asıl sorun, haritada Kıbrıs Adasının yerini dahi bilmeyen ülkeler tarafından Kıbrıs’ın 1960’larda kaderinin tayin edilmesidir. O tarihten bu yana, Kıbrıs sorununu çözmek mümkün olmamıştır. Özellikle yabancı diplomatlarla yaptığım görüşmelerde, muhataplarıma şu soruyu soruyorum : “Ortada size göre bir “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti” var ise sorun nedir?” . Uluslararası camia, sadece Rumlardan oluşan bir devleti sanki bütün Adayı temsil eden meşru bir devletmiş gibi tanıyor hatta bu sözde devleti Avrupa Birliği üyeliğine de alarak ortadaki büyük hatanın devamını ve tescilini sağlıyor. Öte yandan, 1960 ortaklık Cumhuriyeti’nin eşit ortağı olan Kıbrıs Türklerini yok sayıyor ve Devletimizi de tanımıyor. Rum tarafı ve Rum destekçileri tüm dünyaya Kıbrıs meselesinin 1974’te başladığı yalanını yaymıştır. Kıbrıs meselesi gerçekten 1974’te başlamış olsaydı, Birleşmiş Milletler Barış Gücü 1964 yılında neden Kıbrıs’a gelmiştir? Esas sorulması gereken soru budur.
Eşit statü
53 yıl boyunca toplumlararası görüşmeler devam etti ve her seferinde Kıbrıs meselesine çözüm bulma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Kıbrıs konusu taraflar arasındaki eşitsizlik devam ettiği, Rum tarafına sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti devleti” Türk tarafına da bu sözde “devlet” içinde bir “toplum” muamelesi yapıldığı sürece çözümsüz kalmaya mahkumdur. Rumlara bu konfor alanı uluslararası camia tarafından sunulmuştur ve gelinen aşamada sorumluluk Kıbrıs’ta tarafların statülerini yeniden tanımlayarak yeni bir sayfa açması gereken uluslararası aktörlerdedir.
Toplumlararası müzakere süreci artık sona ermiştir. Müzakerelerin devam edebilmesi için, adada mevcut iki Devletin egemen eşitliği ile eşit uluslararası statüsüsün kabul edilmesi, bir başka ifadeyle bu iki Devletin statülerinin eşitlenmesi gerekmektedir.
Müzakereler olmazsa ne yapılabilir?
Kıbrıs Türklerinin tek seçeneği sanki Kıbrıs Rum tarafı ile bir ortaklık kurmakmış gibi yansıtılıyor. Ancak gerçek bu değildir, başka seçenekler de mevcuttur. Nasıl ki bugüne kadar her adımı Türkiye ile birlikte atmışsak bundan sonra da ileriye yönelik adımlarımıza Türkiye ile birlikte karar vereceğiz.
Gönlündeki politika
Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik iki Devletli politikamızda kararlıyız. Bu politika Kurucu Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf R. Denktaş’ın da gönlünde yatan politikaydı. Uluslararası toplum Kıbrıs Türklerine karşı yapılan ayrımcılığa bir son vermek isterse, hareket tarzımızı ona göre belirleyebiliriz. Sorumluluk ne Kıbrıs Türklerinde ne Kıbrıs Rumlarındadır. Sorumluluk Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumdadır. Cenevre’de 27-29 Nisan 2021 tarihleri arasında gerçekleşen 5+BM gayriresmi toplantı sonunda, BM Genel Sekreteri Guterres, Kıbrıs’ta yeni bir müzakere sürecine başlamaya yönelik ortak zemin olmadığını açıklamıştır. Genel Sekreter, 2-3 ay sonra yeni bir 5+BM gayriresmi toplantısı daha düzenlemeyi planlamaktadır. Bu bağlamda, Guterres’in Kıbrıs için görevlendirdiği üst düzey BM yetkilisi sözkonusu toplantıya katılacak beş taraf ile istişareleri sürdürmektedir. İstişareler sonunda, BM yetkilisinin, taraflar arasında ortak bir zemin bulunmadığı görüşüne hakim olması halinde 5+BM gayriresmi toplantısının yapılmayacağını düşünmekteyim.
Komşu olunur ancak
Ben Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumlarının, ortak amaçlar, ortak çıkarlar doğrultusunda bir devlette yaşayabileceğine inanmıyorum. İyi komşuluk ilişkisi kurabilirler ancak ötesi mümkün değil. Geçmişte buna şahit olduk. Herşeyden önce, Kıbrıslı diye bir millet yoktur. Kıbrıslılık, Türkiye’deki Karadenizlilik, Egelilik gibi kültürel ve coğrafi bir tanımlamadır. Bunun en bariz göstergesi, 1960 yılında kurulan ortaklık cumhuriyetinin bir milli marşı olmaması, Kıbrıs Türklerinin İstiklal marşını, Kıbrıs Rumlarının ise Yunan milli marşını çalmış olmalarıdır.
Türkiyesiz Kıbrıs düşünülemez
Rumların yegane amacı Türkiye’yi Ada’dan atmak ve böylelikle Kıbrıs’ı Girit’e dönüştürmektir. Kıbrıs Türk halkı şu anda hayatta ise, Kıbrıs Türk Devleti bazı devletler tarafından kaale alınıyor ise, bunu Türkiye’ye borçluyuz. Allah korusun, Türkiye’nin Ada’dan çıkması demek Kıbrıs Türk halkının yok olması demektir.
Ada boşalmasın politikası
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da Alman, İngiliz, Fransız vatandaşları gibi yabancı kategorisindedir. Bunun tersi, Türkiye’de de yaşandı, Kıbrıs Türklerine yıllarca vatandaşlık verilmedi. Ancak, bu bilinçli bir politikaydı, amaç Ada’yı boşaltmamak, Rumlara teslim etmemekti. Türkiye’de vatandaşlıkla ilgili sıkıntılar ortadan kalktı fakat Kuzey Kıbrıs’ta devam ediyor, parlamenter sistem olduğu sürece de devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye’den ülkemizi ziyaret gelenler, KKTC’nin Türkiye’nin 80 yıl gerisinde olduğunu söylüyorlar. Kıbrıs Türk halkı tutucu bir toplum olduğu için değişen dünyaya ayak uyduramadı.
Çığırtkan bir topluluk var
Toplumumuzda, azınlık da olsa, Türklüğü, Türk milliyetçiliğini istemeyen çığırtkan bir kesim var. Örneğin, geçtiğimiz günlerde, surlara dikilen Türk bayrağına, tarihi esere zarar veriyor gerekçesiyle tepki gösterdiler. Aynı yere, Türk bayrağı yerine AB bayrağı dikilmiş olsaydı, aynı tepkiyi vereceklerini sanmıyorum. Rumun yanında olmak isteyenler, Rumun dünyadaki tanınmışlığının verdiği fırsat kırıntılarından nasiplenmek isteyenler, Devletlerinden vazgeçip, Avrupa’nın kendilerine bakacağını düşünenler var.
Rumların yaptıklarını çabuk unutuyoruz
Bir toplantı sırasında bana, Kıbrıs Türkü çok çabuk unutuyor, çok çabuk kandırılıyor denildi. Doğrudur. Rumların bize yaptıklarını çok çabuk unutanlar var. Türkiye’den kopalım, Türkiye ile bağlantımız olmasın ama Rumlarla birlikte olalım diyenlerin hiçbir gerekçesi olamaz. Rum tarafında, gerek tüm dünyadan alınan destek gerek kara para aklama operasyonları sayesinde, kişi başına düşen milli gelir 25 bin dolar civarındadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Rumlar tarafından uygulanan tüm haksız ve insanlık dışı ambargolara rağmen, kişi başına düşen milli gelir 12-13 bin dolara çıkmıştır. Ancak bu gelir farkı, Devletimizden vazgeçmek için bir mazeret asla olamaz. Devletsiz kalanların başına nelerin geldiğini Filistin’e bakarak görebiliriz. Sıkıntı ve sorunlar var diye devletten vazgeçilecek olsaydı, dünyadaki 200 küsur devletten sadece 5-6 tanesi ayakta kalırdı.
Türk Olmaktan Gurur Duyuyorum
Ben Türk olmaktan gurur duyuyorum, sırf bu yüzden beni faşist olmakla itham edenler var. Bunun faşistlikle ilgisi yoktur. Ben, bir Rum’un Rum olmasından, bir Fransız’ın Fransız olmasından gurur duymasını beklerim. Başka bir ırkı aşağılamak gibi bir düşüncem asla söz konusu değildir.
Pandemi sizi nasıl etkiledi?
İlk vakanın bir turistte çıkmasını müteakip halk arasında büyük bir korku oldu. Devletin de desteğiyle 3 ay kapandık. Akabinde, gerek vaka sayılarındaki artış gerek kapanmanın etkisi nedeniyle Devlete çok ağır bir yük bindi. Her zaman olduğu gibi pandemiyi de Anavatan Türkiye’nin desteğiyle atlatıyoruz. Tüm dünyada aşı tedarikinde yaşanan gecikme nedeniyle bize de aşılar geç geldi. Şu anda Türkiye’den düzenli olarak aşı gelmektedir ve nüfusun büyük bir çoğunluğu aşılanmaktadır.