Sosyal, ekonomik ve tarihsel süreçlerin kendi yasaları vardır. Bu üçlü karmaşık bir yapıya sahiptir. Yüzyıllar önce sosyal, kültürel ve Siyasal yapılar gözlemler sonucu kolay anlaşılamayacak, karmaşık süreçlerin ortaya koyduğu durumlar olarak görüldü. Toplumların incelenmesi, doğal dünyanın bilimsel incelenmesiyle yakından ilişkili olduğu biliniyordu. Bu bilgiyle yola çıkılıp yeni yöntemler geliştirildi. Bu aynı zamanda yeni yönelim demekti.
Sosyal koşullar özel kültürel ve materyal belirleyicilerle yön buldu. Toplumlar ve sosyal işleyişleri karmaşık tarihsel hatta çevresel koşullar dikkate alınarak açıklanmalıydı. Bu yönelim beraberinde teolojik, dogmatik açıklamalardan uzaklaşmayı getirdi ve yeni bir toplumsal anlayış oluştu. Buna aydınlanma ile değişmeye başlayan bir sosyolojik akım diyebiliriz. Aydınlanmacılar batıl inanca ve dini baskıya karşıydılar. Takip eden süreçte bilimsel keşifler ve teknolojik gelişmeler yanlısı akım etkisini göstermeye başladı. Oluşan bu yeni akım demokrat değil fakat yaşadıkları ülkede anayasal ve yasal formları hissetmek ve yaşamak istiyorlardı. Dogmatik ve batıl inançlar yerine ampirik ve materyalist bilgi akımının üstünlüğünün gelmesi için çaba gösteriyorlardı. Bu akımla beraber yoğunlaşan demokratik hak ve talepleri daha ön plana çıkmıştır. Yeni gelişmeler sonunda da kitle hareketlerinden rahatsızlık duyulmaya başlandı. Yarattığı korku da hem bilimin hem de demokrasinin gelişmesini tehlike olarak gösterme yönelimini ortaya çıkardı.
Karanlık çağ aydınlarına göre, toplum sanki yaşayan organizmalar gibi temel gereksinmeleri olan bir bütündür. Her insan gelenekleri, adet töreleri, toplum değerlerini yerine getirmek için yaratılmıştır. Yine bu karanlık çağ aydınlarına göre insanlar, kurumları yaşatan görevlerini yerine getirmelidir. Başkaldırı olmamalıdır. Başkaldırı toplumun doğal düzenin bozulmasıdır.
Sonra ne olmuştur?
Şöyle; En tutucularından e
n liberaline kadar önde gelen bilim adamları yıpranan doğal düzenin onarılması ve korunması gerekliliği konusunda birleşmişlerdir. Çalışmalarıyla da tutucu ve değişim modellerini inceleyip, çözüm yolu olarak evrenin genel yasasını formüle etme konusunda fikir birliğine varmışlardır. Bilimsel tutumlarını da gerek görüş biçimleri ile gerekse egemen toplumsal gündemlerin iletişimine katılma biçimiyle göstermişlerdir.
Pozitivizm’in ve sosyolojinin kurucusu olarak tarihe geçen Comte’a göre “Toplumsal evrimi değiştirmek olası değildir. Yani başkaldırı, karşıtlık, değişim, devrim çabaları doğaya ve evrime aykırıdır dolayısıyla bu tür girişimler toplumun gelişmesi için tehlikedir.”