YÜZDE 25 ÇÖPE GİDİYOR
Tarım ürünlerinin doğru yetiştirilmesinden depolamaya kadar ziraat mühendisleri kontrol ediyor. Üreticiler gerekli kurullara dikkat ediyor mu?Bitki üretiminde kalite aranacaksa bütünüyle bakmak gerekiyor. Bu da tohum seçmeden, üretimin yapılacağı tarlanın bahçenin seçimine, kullanılacak suyun analizinin yapılmasından suyun kalitesine, yine toprağın hastalıklardan temiz olmasına bakılarak yine topraktaki mevcut potansiyel besleyici maddelerin miktarını test ederek, ona uygun eksikleri kapatacak gübrelerin kullanılması, üretim aşamasında çıkacak hastalık ve zararlara da karşı da öncelikli olarak zirai ilaçların dışında alternatiflerinin kullanılması, çok zor durumda kalınırsa zirai ilaçların kullanılması. Bu tercihin de mümkün olduğunca çevreci, insan ve çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılmasını sağlamak. Yine hasat alındıktan sonra bugün ülkemizde büyük ölçüde görülen ürün kayıplarının önüne geçilmesi için bunların mutlaka bir ön soğutmadan geçirilerek uygun koşullarda depolanması ve paketlenmesi ve uygun koşullarda tüketiciye sunulması gerekiyor. Tüm bu çerçevede baktığımızda Türkiye’nin daha çok kat etmesi gereken mesafe olduğunu görüyoruz. Tarım ilacını çıkmasından sonra ilaçlama konusunda bir takım tedbirler alındı. Gübreleme, paketleme, depolama ve soğuk zincir konusunda Türkiye’nin kat ettiği çok mesafe olduğunu düşünüyorum. Çok üzücüdür. Bugün piyasaya sürülen yaş meyve ve sebzenin yüzde 25’i depolama, saklama ve taşıma koşulları uygun olmadığı için çöpe gidiyor. Yani siz ürettiğinizin 4’te biri ziyan oluyor. Bu doğru değil. Bunu da sağlamanın tek bir yolu var. Biz Ziraat Mühendisleri Odası olarak, üretimler aşamasından üreticilerle teknikerlerin bir araya gelmesini sağlayacak yapılara gerekiyor. Türkiye’de bu yapının kurulmasını söylemek için henüz erken. Böyle bir yapının kurulduğunu maalesef söyleyemeyeceğim. Eski bir kamu çalışanı olarak kamunun ve özel sektörün bu alanda hangi noktada olduğunu çok iyi bilen biriyim. Geçmişte üreticilerin bilgilendirilmesi, bu konuda aydınlatılması, teknik olarak desteklenmesi daha çok kamu kurumunda çalışan ziraat mühendisleri aracılığıyla yapılırken 1980 sonra oluşturulan Dünya liberal politikaları çerçevesinde bütün alanlardaki özelleştirmelere bağlı olarak, bu alanda da özel sektör daha çok devreye girmiştir. Bugün kamu kurumunda çalışan Ziraat Mühendisleri ve teknikerler daha çok denetim ve kontrol işi yapar hale gelmiştir. Kısacası devlette çalışan Ziraat Mühendisleri yayımdan el çektirilmiştir. Yayım diye tabir ettiğimiz şey üreticiye bilgi ve teknolojinin aktarılmasıdır. Bu daha çok özel sektöre bırakılmıştır.
KÖY KAVRAMI ORTADAN KALKTI
Bu kadar yanlış tarım politikasına rağmen hala üreticilerin olması bile şaşırtıcı değil mi?Türkiye bir tarım ülkesi. Bu bütün şehir yayası çıkmadan önce Türkiye nüfusunun yüzde 30’u kırsalda yaşıyordu. Köy kavramı ortadan kalktı. Hepsi mahalleye dönüştü. Bu AB uyum sözleşmeleri çerçevesinde AB’de olduğu gibi Türkiye’nin kırsal nüfusunda yüzde 9’a çekilmesini kağıt üzerindeki bir operasyon olarak algılıyorum. Böylece yıllar içerisinde hizmet sektörünü, sanayiyi geliştirecek başka noktalarda gelişmeler yaparak, kırsalı da tarım alanını da gerekli atılımları yapıp bir anlamda milli gelirdeki payı eşitlemeden, kağıt üzerinde bir şeyler yaptığınız zamanda yazılanları söyleyebiliyorsunuz ama bizde pek bir geçerliliği olmuyor.
GENÇLER KÖYLERİ TERK EDİYOR
Birçok şeyde geriye dönüş arzusu var. Geriye dönebilir miyiz?Köylerde artık 60 yaşın üzerinde insanları görürsünüz. Gençler artık barınamaz oldu köylerde. Tarımsal faaliyet yaparak ayakta kalmıyorlar. Bunu yapabilmek için de kente gidiyorlar. Tüm bunlar hayvancılığı bitirdi. Yeri geldiğinde kurbanlık hayvanı bile yurt dışından ithal etmek zorunda kalıyorsak bir tarım ülkesi olarak oturup düşünmemiz lazım. Her ne kadar tarımda yüzde, 9’ düşürülse de bugün Türkiye’nin nüfusunun yüzde 3 kırsalda istihdam edildiğini görüyoruz. Türkiye’nin sanayisinin tarıma dayalı olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin en iddialı olduğu sektörlerden biri tekstil ve otomotiv sektörüdür. Otomotivde hem ithalatçı hem ihracatçı konumundayız. Bunun dışında en iddialısı tekstildir. Rusya krizinden sonra ve pamukta dışa bağlı olma durumdan dolayı kan kaybetse de en önemli sektörlerden biridir. Peki, tekstilin ana maddesi ne? Pamuk. Tarıma dayalı bir sanayi. Bugün sofralarımızda kullanılan bisküvide, salçadan, undan, ekmeğe baktığımızda tamamen tarıma dayalıdır. Etrafınıza bakın 3’te 2’sinden fazlasının tarıma dayalı olduğunu görürüsünüz. Tarım ülkesi olmaktan kimsenin utanmaması gerekir. Bizde biraz bir utangaçlık vardır. O zaman AB ülkeleri bize siz sanayiyi boş verin tarım ülkesi olun dedi. Bizim toplum o zaman ne yani biz kasap, manav mı olacağız diye tepki gösterdi. Biz niye sanayi de gelişmiyoruz dendi. AB ülkeleri bizi o şekilde avuttular. Kendi tarımlarını geliştirdikten sonra size eti, sebzeyi, meyveyi de satacağız demeye başladılar. Hem sanayiyi hem tarımı geliştirdiler. Biz ne sanayiyi ,ne de tarımı geliştirebildik. Ortada kaldık, dışa bağımlılığımız da devam ediyor. Gelecekte Dünya’da iki önemli sektör olacak. Biri tarım, biri enerji. Terör
ANTALYA ÇİFTÇİSİ BİTTİ
Antalya üreticisinin bugünkü durumu nedir?Antalya tarımın başkenti diyoruz. Sera çiftçisi bundan 10 sene önce 1 dekar seradan fazlasıyla para kazanıyordu. Şimdi böyle bir şey yok. Şimdi böyle bir şey yok. Bir Rus uçağı düştü Antalya çiftçisi bitti. Sadece çiftçi değil bu sektöre girdi sağlayan 1500’ yakın firma da bitti. Kimse tahsilat yapamıyor. Neden? Çiftçi para kazanamamış. Çiftçi 1 dekardan 3 bin lira para kazanmışsa 5 dekarda 15 bin para yapar. Artık 1 bin lirayla bir ailenin geçinmesi mümkün değildir. Türkiye’de gibi sıcak çatışmaların olduğu bir ülkede bir uçağın düşmesiyle bu tablo oluşuyorsa, daha ciddi bir çatışma ortamında ne hale geleceğini siz düşünün. Bu çerçevede ulusal ir tarım politikası oluşturarak krizden etkilenmeyecek bir yapı oluşturmamız lazım.
PİYASADA GDO’LU TOHUM YOK
Bunları bilerek siz ne yiyip, içiyorsunuz?Üretilenlerin hepsinin içinde nikopen var. Bunların hepsi hibrit çeşididir. GDO’lu değildir. Piyasa GDO’lu tohum satılmıyor. Gönlünüz rahat olsun. Ama bunlar hibrit çeşididir. Yani farklı özellikle sahip bitki çeşitlerinin iyi özelliklerinin bir araya toplayıp geliştirilmiş çeşitlerdir.
SULAMA SORUNU VAR
Mirastan kaynaklı parçalanmış tarım alanları var. Bir taraftan DSİ’nin toplulaştırma çalışması var. Diğer taraftan bakıyorsunuz HES’ler kuruluyor. Yüzde 2 can suyuyla tarım alanları geliştirilmeye çalışılıyor. Ama hükümette yurt dışından tarım alanları kiralamak istiyor. Biz nasıl bir tarım ülkesiyiz?Türkiye’de bir arazi toplulaştırmaya ihtiyaç var. Nedeni de bizim tarım alanlarımız küçük. Bu küçük tarım alanlarıyla piyasaya yönelik olarak üretim yapmak pek mümkün olmuyor. Ya bu arazileri zorla bir araya getireceksiniz. Veya bu alanları satın alacak, birleştirecek alıcılar bulacaksınız. Veya bu küçük işletmeleri kooperatifler bünyesinde ekonomik bir yapıya dönüştüreceksiniz. Dünya’da yapılan budur. Yetkililer neden bu küçük işletmelerden kaynaklanan sorunu çözmek için hep tarım alanları kapitalist işletmeler kurulsun, küçük işletmeler batarsa batsın dendi. Bende bu karşı çıktım. Tarım hala Türkiye’nin ciddi bir istihdam kaynağıdır. Dikkat edelim Antalya’da 55 bin civarında sera üreticisi olduğunu biliyoruz. Bu sera üreticilerinin işsiz bırakıp atıyorum 30-40 tane işletme tarafından bunların kontrol edildiğini düşündüğünüzde 60 bin kişiyi işsiz bırakmış olacaksınız.
Kitleler artık endüstriyel üretimden kopmaya başladılar. Bu kopmaya bağlı olarak daha doğallığa dönüş ve küçük işletmeler öne çıkmaya başladı. Artık Dünya kapitalizmi girdiği bunalım içerisinde tarıma yeterli yatırım yapılmadığı için orada istihdamla ilgili sıkıntı yaşıyor. Tüketicinin taleplerine bağlı olarak eskiye dönüşümü savunuyorlar. Arazi toplulaştırmasındaki amaç vatandaşa ait o havzadaki arazilerin bir araya getirilmesini sağlayıp, planlama yapmaktır. Bu şekilde ilaçlamasını, sulamasının falan daha iyi yapar. Bu bir metottur. Olması gereken de budur. Ama Türkiye’de bunu yapabileceğiniz alanlar sınırlıdır. Doğu’da, Güneydoğu’da yapabilirsiniz. Ama Karadeniz’de, Akdeniz’de yapamazsınız. Seralı bir alanla boş bir alanı takas edemezsiniz. Antalya’da Aksu’da bir arazi toplulaştırılması yapıldı. Yapılmasının temel nedenlerinden biri Aksu Çayı’nın set çalışmaları yapılmak için kamulaştırma parası ödenmemektedir. Aksu Çayı’nda yapılacak çalışmalar için vatandaş orayı terk etmek zorundadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı yapılabilecek alanlarda bunu yapması lazım. Bu yapılırsa devlet sulama, yatırımlarda daha hızlı bir şekilde götürebiliyor. Tarımda örgütlenmeden sonraki ikinci sorun sulanacak alanların sulanamamasıdır. Türkiye başta yağlı tohumlar olmak üzere bu açığını kapatmak istiyorsa hızlı bir şekilde hızlı sulama yapması lazım.
Bütün bunlar yapılırken neden HES’ler devreye giriyor? Kısacası çok aklımın aldığı bir projelendirme değil. Türkiye’nin bir enerji ihtiyacı var ve karşılanması gerekiyor. Yerel kaynak kullanalım derken bir başka yerel kaynağı yok etmemek gerekir. Bugün Keban, Karakaya, Manavgat Barajları HES diye adlandıramadığımız projelerdir. Yeni yapılan akarsu tipi HES’ler elektrik üretimi koşunda çevreye ciddi zarar veriyor. Ekolojisi bozan, tarımsal alanları ciddi derecede etkileyen bir şeydir. HES yapılması için 2000’in üzerinde ruhsat verilmiş.
Rusya ile kriz yaşandı. Üretici iç pazara yöneldi ama fiyatlar düşmedi. Nedeni nedir?Rusya krizi turizmi de tarımı da vurdu. Özellikle domateste Türkiye’nin en büyük pazarı Rus pazarı. Türkiye’nin yıllık Rusya’ya domates ihracatı 165 milyon civarındadır. Bu seneki kayıp da 85-90 milyondur. Geçen sene Balkan ülkelerine, Rusya’ya gönderilen salkım domates 3 liraya satılırken, bu sene 90 kuruşla, 1.200 kuruş arasında satıldı. Ben dahil bu sene pazara çıkan halk, standart domates dediğimiz domateslerin yerine spesiyal domateslere yöneldi. Çünkü fiyatları uygun. Geçen seneye göre yarı fiyatına düştü. Vatandaşa fiyat düşmedi diyor ama tercih ettikleri domates değişti. Pazarda beklendiği kadar fiyat düşmedi haklısınız. Vatandaşta şöyle bir algı var. Çiftçinin elinden domates 1 liraya çıkarken, pazarda 4 liraya satılıyorsa 50 kuruşa çıktığı zaman da 3 buçuk liraya satılıyor. Baktığımız zaman çok kötü bir tablo oluştu. Geçen sene 1 dekardan 18-20 bin domates satan çiftçi bu sene 12- 13 bin lira ciro yaptı. Domatesin serada üretim maliyeti 7 bin lira civarındandır. 13 binden hesaplarsanız elinize 6 bin lira kalır. Bu 6 bin liranın da toplam cironun yüzde 25’ini ortakçılara verdiğiniz için elinize dekar başına 3 bin lira kalıyor. Dolayısıyla seracılık alanında bu sene, bu kış mülkiyet sahiplerinin hiçbir avantajı kalmamıştır. Mülkiyet sahibi seracıda 3 bin lira para kazanmıştır, orada işçilik yapan da 3 bin lira kazanmıştır.
RUSYA İLE 4 YILI BULUR
Önümüzdeki süreçte Rusya’nın tarım ürünlerini alma konusunda izin çıkabileceğini düşünüyor musunuz?Ben yaşanan bu krizdeki olumsuzluğun çok kısa sürede biteceği inancından değilim. Eğer kapılar açılıyor olsa bile bu sürenin 3-4 yılı bulacağı inancındayım. Medmedev açıkladı, biz tarım ürünlerindeki yasağı kaldırmadık diye. Geçmişte Türkiye’deki firmalar dışarıya teknoloji ihracına başlamışlardır. Sera yatırımcılarının buralarda seraları var. Bir yanda teknoloji ihraç ederken diğer yandan kendi tarımsal üretimimizi engelleyen bir yapı oluşturmaya başladık. Dünya ticaretine göre yapıldığı içinde bu niye yaptın diye diyemiyorsunuz. Bütün bunlar yaşanmasa bile, sizin engel oluşturduğunuz dönemde Rusya pazarına başka ülkelerin ihracatçıları girdiler. Dolayısıyla yeni ticari bağlantılar kuruldu. Bu bağlantıları iki günde söküp atmak, yerine yenisini koymak mümkün değildir. Çok övündüğümüz Rusya pazarında, Türkiye 15 yıllık bir süreçte bu 1.2 milyar dolarlık ihracatına ulaşabilmiştir. Bu nedenle bu pazarın iyileştirilmesine umut bağlamak yerine, başka pazar arayışların devam edilmeli, yeniden yapılanma için ciddi gayret gösterilmesi gerekiyor. Her şeyden önemlisi üretim planlamasının olması şart.
TASARIDA DEĞİŞİKLİK OLACAK
Uluslararası İş Gücü Kanunu ile ilgili açıklamalarınız oldu. Meclis gündeminde bunun yasallaşması durumunda olumlu veya olumsuz açıdan ne olur?
Tasarı henüz yasallaşmadı. Bu tasarı ile meclisteki parlamenterler görüşüp, yasanın engellenmesi konusunda ciddi bir uğraş verirken, kamuoyunda çeşitli basın açıklamaları yapıp bunu engellemeye çalışırken bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. Dolayısıyla bizim Uluslararası İş Gücü Yasa Tasarısı gündeme geldi. Arkasından da bu tekrar meclis gündemine geldi. Parlamento nasıl demokrasi, barış sağlarız demek yerine bu yasayı nasıl geçiririzin derdine düştüler. Bizde konuda mücadelemiz sürdürdük, sürdürüyoruz. Gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerindeki milletvekilleriyle yaptığımız görüşmelerde, yasa tasarısının bazı maddeleri değiştirme şansımız oldu. Ama hala Türkiye’de çalışan mühendislerin aleyhine birtakım düzenlemeler var. Meclis gündeminden duruyor hala. İstediğimiz gibi sonuç alamazsak bu konuda mücadelemizi sürdüreceğimiz ifade etmek istiyorum.
YETERİNCE ETKİN OLAMIYORUZ
2013 yılında yağışlardan Sarısu Çayı taşmış ve bir çocuk yaşamını yitirmişti. Bu olaydan sonra daha yeni DSİ’nin raporu ortaya çıktı. Bu raporda özellikle aynı felaketle karşı karşıya kalınmasının nedeni tarım alanlarının imara açılması gösterildi. Tarım alanlarının imara açılması konunda Toprak Koruma Kurulu, İç İşleri Bakanlığı’nın dışında DSİ’nin de görüşünün alınması gerekmiyor mu?
Gerekiyor. Toprak Koruma Kurulu 9 üyeden oluşan bir kurum sanırım. 9 üyenin 6’sı bürokratlardan oluşuyor. Orada sivil toplumu temsilen, ziraat mühendisi temsilcisi var. Üniversitenin bir temsilcisi ve ziraat Mühendisleri Birliği’nin bir temsilcisi var. Diğerleri Büyükşehir Belediyesi’nin kamu kurumları temsilcileridir. Dolayısıyla kamu kurumları bir araya geldiği zaman, kamu kurumunun yaptığı iş, sorumluluklar fark etmeksizin hepsi aynı anda, aynı görüşte birleşmektedir. Dolayısıyla biz Ziraat Mühendisleri Odası olarak Toprak Koruma Kurulu’nda bu tür tarım arazilerin tarım dışından kullanılması konusunda yeterince etkin olamıyoruz. Daha sonra kamu yararına ciddi tahribatlar olduğunu düşünürsek yargıya başvuruyoruz. Taşkın alanlarının imara açılması bilimsel verilerle de örtüşmüyor. Bir yer taşkın alanıysa orada inşaat yapmak, o bölgede ikamet edecek inşalar içinde çok sağlıklı bir karar olmaz. Bugün Arapsuyu, Liman bölgesini imara açtılar. Siz yolu sel riski nedeniyle 6 metre yukarıya alıyorsanız, orada nasıl yapılaştırma yapılacak, nasıl imara açılacak onun düşünülmesi gerekiyor. Bunu planlamaları yapanlara sormak lazım. O bölgede yapılan imar planı, sadece o bölgeyi etkileyecek değil, o bölgeye komşu olan bölgeleri de etkileyecektir. Bunun sonu yoktur. Komşum rant kazandı bende kazanayım şeklinde imar talepleri gelmektedir. Yerel yönetimlerde, siyasi kimlik gereğine bakılmaksızın, seçmeni memnun etmek adına, kentin geleceğini düşünmeksizin o bölgeleri imara açıyorlar. Yazık edilmiştir. Keşke o bölgede 1900 metrelik yolun kamulaştırılması Karayolları tarafından yapılmış olsaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. Antalya biraz daha betona yenik düşmemiş olacaktı. Yine çevresindeki diğer alanlar tehdit altından kalmamış olacaktı. Türkiye’de rant kazanmanın yolu bellidir. Tarım arazisi vasfındaki bir araziyi arsaya dönüştürürseniz rant kazanılır. Ben 1980’de Antalya’ya geldiğim zaman istatistikler Antalya’nın 20 milyon dekar yüz ölçümü var. 4 milyon dekarı tarım alnı diyordu. Şimdi bakarsanız 3 milyon 600 dekar var diyor. Antalya’nın en değerli varlığı topraklarıdır. Turizm, tarım her şey buna bağlıdır. Bütün yöneticilerimiz Antalya’yı var eden şeyler için bir yıpratma politikası içerisindeler. Antalya’nın geleceğini hep birlikte yiyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: