Antalya zengindir. Her ne kadar turizm imajı iflas etmiş olsa bile zengindir. Ancak Antalya’nın zengini; ne yazık ki Antalyalı değildir!
Rahmetli Turgut Özal, “Ben zengini severim” demiş. Demiş de hali hazırda zengin kent olan Antalya’nın kapılarını parayı seven insanlara aralamıştır. Antalya sahilleri 80’li yılların sonunda yatırımcılara üzerine para da verilerek, teşvikle otel yapmaları için tahsis edilmiştir. İş adamlarının ve devlet müteahhitlerinin elde ettikleri kazançları yatırıma döndürüp, paralarının üstüne para kazanmalarının yolu böylelikle açılmıştır.
İlk tahsislerin verildiği bölge Kemer-Beldibi’dir. O dönemde Alman ve Avrupalı turist şimdilerde olmayan tur operatörlüğünü ve incoming yapan yegane şirket Öger, incomingini yerelle yapan TUİ ve benzeri firmalarla çalışırdı. Deniz, kum, güneş ve tarihin pazarlandığı kente o gün gelen turist sayısı bugünden 10 kat az iken, daha fazla turist şehir merkezinde gezinirdi.
Son 10-15 yılda ise, Rus müşteri ile başka bir sisteme ve Belek yaklaşımı ile herşey dahil lüks, daha da lüks, ultra süper lüks, her şey dahil pazarlama ve alışveriş turları başladı. Turist uçağa bindiğinde eksi 100 dolar, sonra ise Euro’ya dönen zarar sonrasında şirketin mağazalara sürüklediği turist için aldığı gelirle ve oradan elde ettiği karla kendileri de otel işletmeye başladı. Anlayacağınız kent merkezine turistin inme imkanının ortadan kalkmasına turizmciler hep birlikte el attılar.
Neyse konumuz onların bugünkü zenginliği değil elbet ki!
Esas merak konusu kısa zamanda nasıl zengin oldukları ve rant şehrine dönüşen Antalya’da herkesin gelen turistler gibi; ticaret, yatırımcı, çalışan, zengin, fakir ve en nihayetinde yaşayanların da yabancı olduğudur.
Bugün ‘yandık! Bittik! Mahvolduk! İstihdam yaratan biziz! Biz olmazsak 50 sektör mahvolur!’ nidası ile gürültü yapanların derdi asla Antalya değil!!!
Düne kadar ‘12 milyon turist geldi. Bunun 4.5 milyonu Rus, o gelmezse Avrupalı gelir’ diyen turizmciler şimdi ise, ‘onlar da gelmeyebilir, devlet destek olsun’ derdine düştüler.
12 milyon turist girdisi, kaydı, küreği paranın ne olduğu tamamen beyana dayalı ekonominin bugünkü kötü faturasını devlete yaslanarak ödetmek isteyenlerin talepleri ise, çalışırken peşin vergi ödeyen ve ayakta kalma mücadelesi verenlerden çıkmayacak mı?
Düne kadar Türkiye’den bir aile fırsat bulup, parası ile tatile Antalya’ya gelmek istese bile Rus misafirden yer bulamıyorlardı. Antalya sayesinde ürünlerini pazarlayanlar, Antalya’ya katkı koymuyorlardı. Antalya’ya gelenlerin yüzde 90’ı kent merkezi görmeden havalimanından otellerine giderken, sahili bile göremiyorlardı.
Bugün ise, cebren tüm oteller kapılarını Türk misafirlere açacaklar. En azından gelenlerin Antalya kent merkezine inme ihtiyacı ve isteği oluşacak. Yerli turistin şehir içinde dolaşması biz kent merkezinde yaşayanların Antalya’nın yerli ya da yabancı turist ağırladığını hissetmesine neden olacak.
Nihayetinde burası proje olarak inşa edilmiş Las Vegas değil!
Burası Antalya beyler!!!
Tabi hazır bu kadar bahsetmişken on binlerce yatak sahibi otelcilerin altı üstü 10 tur operatörü aracılığı ile pazarladıkları otellerine kriz sonrası devletten tanıtım atağı beklemesi ise, ayrı bir konu...
‘Dünyayı ben yarattım. En iyi işletme benim. Zar tur, zurt tur en yüksek fiyatla bana yolcu getiriyor’ edasındaki otellerin aklı başına yeni gelmiş olmalı ki PR, doğrudan uçak seferleri v.b. gibi çözümleri yeni dile getirmeye başladılar: Ama… Aması var işte bu durumdayken bile hala parayı devlet harcasın istiyorlar.
Oysa ben Antalya’ya gelen her yolcu başına bu kentin vergi alması ve bu paranın yine kente harcanması gerektiğini düşünmekteyim.
Hımm bir de tabi medya hususu var!..
Medyada yer almanın avantajını yaşamak isteyen ister ticaret, ister siyaset yapanların açlığını ancak medya yani gazeteciler giderebilir.
Bu kabiliyet, aynı zamanda bir güçtür. Bu güç gazeteciliğin hem en büyük silahı, hem de lanetidir.
Dışarıdan Antalya’ya bakıp ‘nasıl zengin olurum?’, ‘nasıl ünlü olurum?’ diye kafa patlatan vatandaşın, cevabını en çok merak ettiği soru, bugün ne kadar zengin, ünlü olduğu değil, buraya yokluktan ya da yoksunluktan kısa sürede nasıl geldiğidir.
Medyaya aracısız ulaşıp, kendiniz hakkında haber yaptıramazsınız yeni dönemde bu iş için iletişim uzmanı ve aracı bulmanız gerekir. Algı yönetimi dediğimiz yeni düzende sosyal medyanın başrolü kaptığı bu sistemin hayatınızın akışını değiştirecek hamleleri izliyorsunuzdur.
Antalya’da otelcisi, sanayiciyi, iş adamı, esnafı 5-10 senede gazetecinin gözü önünde zengin olmuş ya da sessiz, sedasız çarpıp çırpmıştır.
Ama asla medya ile ilişkisi yoktur!!!
Sanayici ihracat, otelcisi ithalat yaptığından ülke içi imaj oluşturma telaşında değildir. Öyle ki iletişim uzmanlarının faaliyeti ile gazetecinin, yurtdışı veya yurtiçi gezilere katılması gazete sayfasına, gözlemlerini ve bulgularını eline tutuşturulan ‘basın bültenini’ aynen aktarması sağlanan, alışılmış, cılkı çıkmış kurumsal etkinliğin bile anlamı yoktur, Antalya kazananlarının...
Gazetecinin adı yoktur...
Gazetecinin vizyonu, misyonu, yoktur!
Kısa zamanda bu şehirde milyon dolarlık cirolara ulaşmış olan iş adamları tarafından yaptığı işi algılaması, onu olduğundan yukarı taşıması olası değildir. Ama hakkında kötü haber yapmıyor olmasının sebebi ise, bilmiyor, anlamıyor, olmasıdır. Gazeteci değil mi, ufakcıdır, sebeplenmek için yanaşıyordur, geziye falan da götürülmesine gerek yoktur, onlara masraf yapacağımıza işsiz olan birini işe alır diğerlerini zaptı rapta alırız edasındalardır.
Oysaki unutmuşlardır!
30 yıldır kamuyu bilgilendirme görevi yapan pek çok gazeteci halen ay sonu gazete baskısını nasıl ödeyeceğini düşünür. Kimseyi tehdit edip, kimsenin parasına göz dikmeden ayakta durma çabası içindedir.
Ancak şunu da unutmamak gerekir. Gazeteci duyarlıdır, bilir yangına körükle gitmez ama nihayetinde insandır. Köşeye sıkıştırılmasının tepkisini de sonunda verebilir.
İyi haftalar…