Hayatın içinde, adeta zamanla yarışır gibi çalışıp, yaşarken kimi gözden kaçırdığımız, kimi zaman es geçtiğimiz bir gerçek var; gönüllere hitap edebilmek…
Hangi işi yaparsanız yapın, hangi konuyu konuşursanız konuşun önceliğimiz olması gereken değerimizi; duygulara değil, maddiyata verdiğimiz önem nedeniyle yok hükmünde kabul ediyoruz. Oysaki atalarımıza baktığımızda, hatta çok uzağa değil ana, babalarımızın yaşamlarını hatıramızda canlandırdığımızda komşuluktan tutun, ticaret hayatına kadar her şey gönüllere hitap edilerek, yaşanmamış mı?
İster siyaset yapın, ister ticaret, ister ev hanımı olun, isterseniz temizlik işçisi gönülden yapmadığınız hiçbir işte başarılı olamadığımız gibi, gönüllere hitap etmediğimiz sürece her geçen gün kaybederek yaşadığımızın farkında mıyız acaba?
Oysa ki; gönüllere hitap edilerek bir kapı önü süpürülse bile her şeyin adeta mucizeymiş gibi nasıl değiştiğini görebiliyoruz. Buna rağmen gönüllere hitap etmeden, gönüllere ulaşmadan üretmek, hatta hizmet etmenin günü kurtarmaktan öte olmadığının ne zaman farkına varacağız?
Gönüllere hitap etmek; ne siyasette kaldı, ne de ilişkilerimizde. Gönül hitap etme, bir tek bize sunulan ürünleri satın almamız adına reklamlarda lanse ediliyor. Reklamları izlerken gönüllere hitap etmeyi hatırlıyor, gönül almanın değerini hatırlayıp özlemle gözlerimiz dolu dolu iç geçiriyoruz.
Bu insanı insan yapan değeri, ne zaman kaybettik ki biz?
Adeta silah bulundu, mertlik bozuldu sözünü hatırlatır gibi, hatırlatma yapmak istedim. Biz olmaktan çıkıp, yaşadığımız ülkeye, ekmeğini yediğimiz kentimizin çıkarlarını unutup, biz olmaktan çıkıp ‘BEN’ demeye başladığımız günden itibaren, göğüs kafesinde atıp duran ve sadece duygularla beslenen yüreğimizin varlığını unuttuğumuzdan beri…
Belki bu yazı ile; bu duyguyu birilerine tekrar hatırlatırım umudundayım. Deniz yıldızlarının tamamını kurtaramam ama, bu yazının farkına varan bir tek deniz yıldızı için fark eder, ne dersiniz?
Gönüllere hitap etmeniz dileğiyle…