30 yıldır yaşadığım kentin arşivini bilmek zordur.
Kimin elinin, kimin cebinde, kimin gözünün, kimin gözünde olduğunu bilmek istemezsin, öğrendikçe…
Ancak içinde bulunduğum sektör, kaçınılmaz kılar, bilmek zorunda kalırsın.
Kimin nereden zengin olduğunu, kimin kimin sayesinde siyaset yaptığını, nereden rant elde edildiğini, çok özel sırları bilmek zorunda kalır ama yazmazsın!
Yazmamak, hayat felsefem, Antalya tutkum, kentime zarar gelmemesi adınadır. Yazsan herkes rahatlayacaktır ama bildiklerim rahatsız eder karşı taraftakini, beni iyi tanımayanlar yazacağımı düşünerek, kendi yarattığı korku imparatorluğunda her gün ölür ölür dirilir.
Ondan sonrası mı?
Sırf bildiklerimden dolayı ‘tehlikeli’ sıfatı korku imparatorluğunu kuranların malzemesi oluverir. Oysaki Antalya sevdalısı olan ben, kentime zarar gelmediği sürece kimsenin özelinin beni ilgilendirmediğini her fırsatta dile getiririm. Kişisel çıkarlarla işim olmadığını herkes bilir ama herkes kendi gibi bildiğinden karşısındakini arşivin senin celladın gibi her gün ağırlaşır, beyninde…
Kimisi ise bildiklerimi unutturma adına dostluktan girer diyaloğa… ‘Bizim kız’, ‘bizim ablamız’ diye başlayan cümlelerle sırt sıvazlar. Aslında onlar arka planda çevirir dolaplarını, ticaretini bitirme adına…
‘Doğrucu Davut’ olmak öyle filmlerdeki, kitaplardaki gibi kazandırmıyor insana, hele hele dürüst insanlar kazanmıyor savaşları…
Kişisel çıkarlar içine girmeden, yaşadığın kente en iyi hizmeti vermeye kalksan da, hatta ve katta ağzımla kuş dahi tutsam çıkıp, derler ki: “O ağzınla kuş tutmadı, kuş geçerken yanlışlıkla ağzına düştü!..”
Şaşırmam!
Şaşırtamazlar!
Böyle gelmiş, böyle giden düzende dost dosta, ticaret erbaba göre yapıldığını hatırlatırım…