Türkiye’nin halkın iradesi ile seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak adı tarihe geçen Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık sonrası her platformda terör örgütü FETÖ’ye dair uyarılarına rağmen 15 Temmuz darbe girişimini meydanlara davet ettiği milletin desteğiyle önleyerek, tarihe ikinci kez geçti.
Bugünlere geldiğimizde ise, yazılanlara, çizilenlere, anlatılanlara, söylentilere ve tematik kanalların tartışma programlarındaki konuklarına bakınca, hayretler içinde kalıyor insan.
Ortalık toz duman...
Eski hesaplarını görmek isteyenleri mi ararsın,
FETÖ operasyonlarının ardından tasviyenin yarattığı boşluğa oturmanın ya da kimlerin oturmasına karar verici olabilmenin hesabını yapanları mı ararsın,
Gözünü diktiği makamın başındakini fitne fücurlara ‘FETÖ’cü yaftasını yapıştırma telaşesinde koşuşanları mı ararsın,
Önce savunan sonra susan, yanıldık gerekirse özür dileriz diyen,
Reis bile yanılmış ben yanılmışım argümanı ile tornistan yapmıyorum çabasındaki kalemşorları mı ararsın,
15 Temmuz tarihi öncesi ve sonrası söylem değiştirenleri mi, öncesi sessiz kalanlar ve sonrasında adeta hatip olanlar mı, gizlenenler mi, sabaha kadar kayıp olanlar mı ararsın.
Ne ararsanız var anlayacağınız. Hepsi de 15 Temmuz gecesinin gerçek kahramanlarından rol çalarak ortalarda cirit atıyor.
Neyse ki gerçek kahramanlar sahtelerin, makam, rant ve fırsat kavgalarını izlemiyor, hatta ilgi duymuyorlar.
15 Temmuz öncesinde olduğu gibi standart ve mütevazı hayatlarını devam ettiren gerçek kahramanları ise, Anadolu Ajansı’nın objektifinden çıkan ve basılan yayınlardan görebiliyoruz.
Aslına bakarsanız görünmeyen olmayı tercih edenlerin o büyük hikâyelerinin üzerine çöken ve bu hikâye üzerinden aklanmaya çalışanların sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Bu durumda söyleyeceğim tek gerçek ise, insanoğlunun en büyük probleminin hadsizlik olduğudur.
Hatta Yekta G. Özden’in dediği gibi; insanlık, kulluğu, köleliği dalkavukluğu, yalakalığı, kötülüğü haksızlığı, eziyeti, adaletsizliği terbiyesizliği asla kabul etmez...
Bunca gerçeğe rağmen hala ‘mış’ gibi yapanların değişimine tanıklık ediyoruz.
Fakirin zenginleştiğini, sermayenin el değiştirdiğini sadece isimlerin değişip, sistemin aynı kalmasının ardından gözyaşı dökenlerle, kahkaha atıp göbeğini kaşıyanların, dünü yargılayanların bugün yargılandığı gibi yer değişimini hızına yetişemiyoruz.
Bu tabloyu görmelerine karşın cebim dolsun da, sisteme dahil olayım da, beni işaret etsinler de diyerek bugün gülmenin bedelini yarın ağır ödemeye hazır olanlara da diyecek söz bulamıyorum. Bu fırsatı verenlere de ne dostluktan, ne kent bilincinden, ne ticari ahlaktan, ne de samimiyetten bahsetmenin de bu saatten sonra hayalperestlik olarak görüyorum.
Bu doğru bana acı verse de, hayatım boyunca ‘dün dündür, bugün bugündür’ demeden vefaya önem veren gerçek Antalya sevdalıları olarak kalmayı tercih etmek, imkânsızlık değil, benim insanlığım oldu.
Kalın sağlıcakla…
Çok güzel ve mert bir yazı olmuş.Teşekkürler.Sevdadan vazgeçmek onurlu duruşlara yakışmaz.