Ankara Büyükşehir Belediyesi, www.iftarver.com adıyla bir İnternet sitesi açtı ve Ankaralıları, bu site aracılığıyla, ihtiyaç sahiplerine iftar vermeye davet etti. Sistemin işleyişi son derece şeffaf. Bir iftar yemeği 15 liraya hazırlanıyor. Dileyen, istediği kadar bağışta bulunuyor; faturası e-pasta adresine gönderiliyor; teşekkür mesajı cep telefonuna iletiliyor ve bağışın nereye gittiği bilgisi bağış sahibine bildiriliyor. Yemekler, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Belpa şirketinde, son derece temiz ve modern tesisle, özenle hazırlanıyor.
Benzer uygulamayı İzmir Belediyesi de yapıyor aslında. Ama, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bu uygulaması, bütün Türkiye’nin dilinde. Nedeni, geçtiğimiz günlerde siteye bir siber saldırı düzenlenerek, sistemin çökertilmek istenmesi. Bazı vicdansızlar; yaşlı, yalnız, hasta, engelli Ankaralılara iftar saatinde sıcak yemek verilmesini engellemeye çalıştı. İşte bu eylem, inanılmaz bir tepkiye neden oldu ve on binlerce insan, bağışta bulunmak için sıraya girdi. Öyle ki, ‘iftarver’ sitesi, yoğunluğu kaldıramaz duruma geldi. Ankara Büyükşehir Belediyesi, böyle bir ilgiyi öngörememişti çünkü.
* * * * *
Türk halkının bu ilgisinin 15 liranın çok ötesinde anlamlar taşıdığı son derece açık. Öncelikle, sahip olduğumuz dayanışma kültürünün yitirilmemiş olduğunu görmek açısından son derece anlamlı. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankaralıları kast ederek ‘6 milyon tek yürek’ sloganını kullanıyor ve ‘iftarver’ sitesinin çağrısı da, bu kentin halkına yönelik. Ancak Türkiye’nin her köşesinden bağış yağıyor kampanyaya. İnsanımız, hangi kentte olursa olsun, ihtiyaç sahibinin ‘kendisinden’ olduğunu düşünüyor. Ne dinini önemsiyor, ne milletini, ne siyasi görüşünü… Sessizce, bir sigara bile almaya yetmeyecek bir parayla “benim için önemlisin” mesajı veriyor, yüzlerce kilometre uzaktaki insanlara. Hem de yürekten… Bir bağışçının ta gönlünün derinliklerinden yazdığı “Afiyet bal şeker olsun, helali hoş olsun” mesajı, başka nasıl açıklanabilir ki?
* * * * *
Bu ilginin bir başka nedeni, güven… Bağış yapanların yorumlarını okuyanlar, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne duyulan büyük güveni göreceklerdir. Bağışçıların yorumlarının çoğu, “nereye ulaştığını bildiğim için gönlüm rahat” diyor. Kızılay’ın Ramazan dolayısıyla düzenlediği kampanyaya yüz vermiyor; devletin bağış kampanyasına dönüp bakmıyor. Onların nereye gittiğini bilmiyor çünkü. Bugüne kadar farklı gerekçelerle toplanan paranın nereye gittiğini hiç öğrenemedi, belki de hiç öğrenemeyecek.
* * * * *
Merkezi yönetim, özellikle muhalif belediyelerin bu tür kampanyalarından ve bunların başarıya ulaşmasından son derece rahatsız, engellemek için elinden geleni yapıyor. Nitekim, İstanbul ve Ankara belediyelerinin coronavirüs karantinası için topladığı paralar bloke edildi. Bunun, benim düşünceme göre, iki temel nedeni var.
Birincisi; merkezi devletin yapamadığını yaparak, devletin eksiğini, açığını, başarısızlığını ortaya çıkarması. Türkiye’de karantina başlayıp insanlar evlerine kapandıktan; geçici ya da kalıcı işsiz kaldıktan; akşama sofrasına ne koyacağını, kirasını, faturalarını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünmeye başladıktan hemen sonra, devlet, vatandaşından para istemekle kalmadı, salgından korunmak için gerekli üç kuruşluk maskeyi bile vatandaşına satmayı düşündü. Muhalif belediyeler “biz bedava veririz” dedikten sonra, hükümet de maskeleri ücretsiz vermeye karar verdi. Ücretsiz, ama sınırlı… Çünkü, ülkede maske sıkıntısı yaşanırken, İngiltere gibi dünya devi dahil 40 ülkeye, milyonlarca maske ve diğer sağlık malzemesini gönderdik!
Hükümetin belediyelerin başarılarından rahatsız olmasının bir başka nedeni, siyasi… Cumhurbaşkanı, bizzat yaşayarak, belediyelerdeki başarının nasıl taaa Saray’a kadar uzanan yolu açabildiğini gördü. Bu nedenle, bu yolun başkalarına da açılmasından çekiniliyor. Bir başka deyişle, belediyeler, halka hizmet etmekle görevli yönetim birimleri olarak değil, ‘muhalif odaklar’ olarak görülüyor. Bu yanlış bakış açısının faturası ise, ne yazık ki vatandaşa kesiliyor.
* * * * *
Bana iyi gelen bambaşka bir yönü daha var bu kampanyaların. Karantinadan önceki ramazanlarda, beş yıldızlı otellerde, saraylarda, en lüks lokantalarda, çılgınca paralar harcanarak, hiç ihtiyacı olmayan insanlara iftar sofraları kurulurdu. Kameralar eşliğinde hem de… Sofrasındaki tarhana çorbası ve bulgur pilavıyla orucunu açanlar, ekranlarda, adını bile duymadıkları yemeklerle iftar yapanları izlerdi. Böylesi bir anlayış, Ramazan’ın anlamına ve ruhuna tamamen aykırıdır. Oysa bu kampanyada, İslam dininin emrettiği gibi, ihtiyacı olanların karnı doyuruluyor. Özlediğimiz ramazanlar gibi…