Memleket kan gölü, ekonomi yokuş aşağı gidiyor, biz yine fındık kabuğunu doldurmaz konuları gündemin tepesine oturtuyoruz. Geçen hafta Beyazıt Öztürk’ün ‘vatan hainliğini’ ve ‘teröristliğini’ tartıştık; bugün de akademisyenlerinkini tartışıyoruz.
Konuyu biliyorsunuz; 1200’ün üzerinde akademisyen, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir bildiriye imza attılar. İlk tepki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi; Erdoğan’ın, bildiriyi imzalayanlar için kullandığı sözcükler, ‘aydın müsveddeleri’, ‘cahil’ ve ‘hain’ oldu.
Cumhurbaşkanı’nın tepkisine, siyasal partilerden tutun da kahvede pişpirik oynayan emeklilere kadar birçok insan canı gönülden katıldı. Yetmedi; Yeni Akit gazetesi, her zaman yaptığı gibi, hedef göstererek, imza atan akademisyenlerin isimlerini yayınladı. Yetmedi; bir mafya lideri, sürmanşetlerde yayınlanan açıklamasında, “oluk oluk kanlarınızı akıtıp akan kanda duş alacağız” diye alenen tehdit etti. Yetmedi; YÖK harekete geçti, akademisyenlerin görevlerine son verilmesi için çalışmalara başlandı. O da yetmedi; yargı harekete geçirildi, akademisyenler gözaltına alındı, evleri didik didik aranarak ‘terörist’ olduklarının kanıtı arandı.
* * * * *
Yıl 1984… Üniversitede öğrenciydim… 12 Eylül’ün ardından seçim yapılmış, Özal başbakan olmuş ama henüz sivilleşme yaşanmamıştı. İşten atılmaların, tutuklamaların, işkencelerin, idamların karanlığında, Aziz Nesin’in önderliğindeki yaklaşık 1300 ‘aydın’, ‘Aydınlar Dilekçesi’ adı altında bir bildiri kaleme almış, özetle ‘demokrasi’ istemişlerdi. Dönemin devlet başkanı Kenan Evren, dilekçenin kendisine ulaştırılmasını kabul etmemekle kalmamış; imza atan aydınlara verip veriştirmişti: “Ne yapayım ben böyle aydını, Vahdettin de aydındı ama vatan hainiydi!” Bu söze Aziz Nesin’in verdiği yanıt unutulmaz: “Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılır ama devlet başkanı olduğu kesindir.”
Konumuza dönelim… Tabi ki imza atan aydınların başına gelmeyen kalmadı. Evleri basıldı, uzun süreli gözaltına alındılar, vatan hainliğinden yıllarca yargılandılar ve hepsi beraat etti. Bu arada, sopayı görünce, “sarhoştum hatırlamıyorum”, “ben konut kooperatifi zannedip imzalamıştım”, “okumadım vallahi” diyerek imzasını geri çekenler de, tarih sayfalarının ‘korkaklık’ bölümündeki yerlerini çoktan aldılar.
* * * * *
1984’te imzalanan dilekçenin altına, her sözcüğüne yürekten katılarak imza atardım. Bugün gündemde olan ‘Akademisyenler Bildirisi’ ise, dünya görüşüme ve siyasal düşüncelerime aykırı olduğu için, imzalamayacağım bir belge. İçerdiği birçok ifadeyi yanlış ve yanlı buluyorum. Ancak, insanların, hele ki sadece özgür ortamlarda bilim üretebilecek akademisyenlerin düşüncelerini açıklamasının önünde hiçbir engel olmaması gerektiğine inanırım. Kimilerinin akademik yeterliliği tartışılsa da, birçoğunun çok değerli bilim insanları olduğu ‘imzacılar’a karşı açılan bu ‘linç kampanyası’na karşı çıkmanın; korkuya yenilmemenin, aydınlık bir ülke için şart olduğuna da…
Bu yazıda kullandığım ‘karanlık’ ve ‘aydınlık’ sözcüklerini, gerçek anlamlarının farkında olarak ve bilinçle seçtim. Karanlığı gördüğüm için aydınlığı; aydınlığı sezdiğim için karanlığı tanıyorum. Ve ne yazık ki, 12 Eylül’ün karanlığından daha koyusu olmayacağını sanırdım; ancak düşüncelerini açıklayan insanların zalim bir biçimde öldürülmekle bile tehdit edildiği bugün, yanıldığımı anlıyorum.