Saldırgan bir türüz; diğer canlılara karşı değil sadece, birbirimize karşı da. Binlerce yıldır, durmaksızın savaşmamızın nedeni de bu.
Beyni en gelişmiş türüz aynı zamanda. Sadece on bin yılda, tahta ve taş aletlerle avlanmaktan, yıldızlara uzanan hızlı bir yolculuk yaşadık. Başka canlıların yapamadığı kadar düşünebiliyoruz.
Bu iki kalıtsal özelliğimiz, ‘savaş’ ve ‘barış’ gibi iki karşıt kavramın hayatımızda bir arada yer almasının temel nedeni.
* * * *
Son birkaç gündür, bu iki kavram çevresinde, kısır ve pek de anlamı olmayan bir tartışma başladı. Özetleyeyim…
Şovmen Beyazıt Öztürk’ün programına Diyarbakır’dan bağlanan ve öğretmen olduğunu söyleyen genç bir kadın, “Buralarda neler yaşandığına karşı biraz daha duyarlı olun. Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” dedi. Beyazıt Öztürk de “haklısınız” dedi. Hepsi bu… Başka hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, milletçe işi gücü bırakıp kim ‘vatan haini’, kim ‘terörist’ tartışmaya başladık. Beyazıt Öztürk’e karşı başlatılan ve yandaş basın tarafından yürekten desteklenen linç politikasına, devlet de karıştı; Beyazıt Öztürk ve genç öğretmen hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla soruşturma açıldı.
Madem işi gücü bıraktık bu konuyu tartışıyoruz, ben de çorbaya biraz tuz katayım…
* * * * *
Birkaç saptama yapalım…
Yıllardır hepimiz tanırız; Beyazıt Öztürk, etliye sütlüye karışmaz, suya sabuna dokunmaz bir şovmendir. Bu konuda zaman zaman eleştiri bile almıştır. Yani öyle “bir yolunu bulayım da terör örgütüne bir parça da ben destek vereyim” diyecek biri değildir. Nitekim, programın yayınlanmasından kısa bir süre sonra, televizyona çıkıp özür dilemiştir.
Gelelim Diyarbakırlı genç öğretmene… Konuşmasını defalarca dinledim; ‘Kürt’, ‘PKK’, ‘devlet’, ‘asker’, ‘polis’ sözcüklerini barındırmayan; “çocuklar ve anneler ölmesin” vurgusu çok belirgin bir konuşmaydı. Diyebilirsiniz ki; “öyle diyor ama aslında demek istediği başka, niyeti başka”. Ceza hukuku, insanları ‘niyetleri’ üzerinden yargılamaz, yargılayamaz. Ne düşündüğü değil, ne söylediği ve ne yaptığı önemlidir. Ayrıca, çok basit bir soru soralım: Ne zamandan beri “çocuklar ölmesin” demek suç sayılmaktadır?
* * * * *
PKK, tersi iddia edilemez biçimde, bir terör örgütüdür. Güneydoğu’da bugün yaşanan acılar; PKK’nın ‘özerklik’ ve ‘bağımsızlık’ taleplerinin şiddetle sağlanmaya çalışılmasının sonucudur. Her devletin, terör örgütüyle savaşmak hakkı ve zorunluluğu vardır. Ancak…
PKK’nın ‘açılım’ adı altında güçlenmesine ve şehirleri savaş meydanına çevirmesine göz yumanlar suçsuz mudur? Ya yüzlerce yıldır bir arada barış içerisinde yaşadığımız Kürt halkını taraf olmaya zorlayan koşulları yaratanlar?..
* * * * *
“Çocuklar ölüyor” demek yeterli değil bir savaşı tanımlamak için; çünkü orada ölen genç-yaşlı herkes, birilerinin çocuğu. İnsanlar ölüyor… ‘Temiz savaş’ yoktur; her savaşta, taraf olsun ya da olmasın, insanlar ölür. Güneydoğu’da yaşanan da budur; bütün savaşlar gibi çirkin bir savaş…
Bu noktaya gelmeden susmamalıydık, bugün da susmamalıyız. Barış istemek, terör örgütünü desteklemek, onların isteklerini kabul etmek anlamına gelmez; bir arada barış içerisinde yaşamanın koşullarını, sadece bugün değil, her zaman aramaya devam etmeliyiz. “Çocuklar da büyükler de ölmesin” demeye de…
* * * * *
Tartışmaya tuz katayım dedim sadece, amacım taraf olmak değil, ama Beyazıt Öztürk’e iki çift laf etmeden kapatamayacağım sanırım bu konuyu. İnanmadığını söylememek ve yapmamak; söylediğinin ve yaptığının da sonuna kadar arkasında durmak gerektiğini düşünürüm. Beyazıt Öztürk’ün de, öyle yapıp, ya “çocuklar ölmesin” diyenleri alkışlamamasını ya da bunu yaptığı için özür dilememesini beklerdim; yani dik durmasını…