Geçtiğimiz haftanın bana gösterdiği; ne yazık ki, devletin, vatandaşın can ve mal güvenliği konusunda yeterli duyarlılığı göstermediği. Oysa Anayasa bu görevi doğrudan devlete vermiş; ayrıca, Türkiye’nin 1954’ten bu yana altına imza atarak taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de, bunun devletin görevi olduğunu, defalarca belirtmiştir.
Türkiye’de uzun yıllardır can ve mal güvenliğimiz olmadığının aslında hepimiz farkındayız; ama uzun süredir gündeme oturan konu, bu sorunun boyutunun, ülkenin tarihinde olmadığı kadar büyüdüğünü gösterdi.
* * * * *
Bu iki konunun birincisi; tabi ki deprem… Marmara’yı yerle bir eden 1999 depreminden sonraki 20 yıl içinde, büyük deprem için hiçbir hazırlık yapılmamasını bir kenara bırakın; yapılanların da, rant için yok edildiğini gösterdi. Bir de toplanma alanları meselesi var tabi. Hani depremde evi yıkılan milyonlarca insanın çadır kurup hayatta kalabilmek için mücadele vereceği alanlar… Onlara ne mi oldu? 1999 depreminden sonra belirlenen 493 alandan 416 tanesi, alışveriş merkezi, rezidans ve gökdelene dönüştü. Geriye kalan 77 afet toplanma alanı da, vatandaşlar tarafından ya bilinmiyor ya da herhangi bir afet halinde toplanmaya uygun değil. Yani depremden sonra 18 milyon İstanbullu ne yapacak, kimsenin fikri yok.