Evet, baştan sona eleştirilecek çok şey var bu düğünde…
Kendini herkesten ve her şeyden önemli kabul etme kibiri… Türkiye’nin sosyo-ekonomik başkenti İstanbul’un trafiğini kilitleyip insanları mağdur etme hakkına sahip olunduğu; yol bitince çiçekleri ezerek refüjden geçme hakkı olduğu; binlerce polisi ‘özel koruma’ sanıp izinlerini iptal ettirerek kendi güvenliği için kullanabileceği yanılgısı…
İçinde ‘Cumhuriyet’ ve ‘Atatürk’ geçen bütün bayramları “şehitlerimiz var, çok acılıyız, kutlayamayız” diyerek iptal ederken; her gün şehit haberleriyle yıkılan memlekette, ‘görkemli’ tanımını yaya bırakacak ‘düğün dernek’ havasını bütün ülkeye yayma çabası…
İki oğlu askere gitmemek için sahte sağlık raporu alan ‘Başkomutan’ın damadına, Genelkurmay Başkanı’nın şahitlik etmesi… Hem de Türk Ordusu’nu temsil eden üniformasıyla… Hem de 8 şehit cenazesinin kalktığı gün…
Düğünlerde havaya ateş açanlara ‘maganda’ diyen Erdoğan’ın korumalarının, düğünde takır takır gökyüzüne kurşun yağdırması…
Yandaş basının, ‘yalakalık’ta kendini bile aşarak, logosuna Sümeyye Erdoğan’ı basması…
* * * * *
Düğün masraflarıyla devam edelim…
Önce İstanbul düğüne hazırlandı. Şehirde sanki OHAL ilan edildi; düğünün yapılacağı kültür merkezi, demir bariyerlerle çevrildi. Resmi ve sivil polisler bölgede “kuş uçurtmamak” için aralıksız çalıştı. Yollar asfaltlandı; refüjler çiçeklendi; her yer “görücü gelecek ev” gibi dip bucak temizlendi.
Devlet bütçesinden…
Yani bizim cebimizden…
Asfalt parasını biz ödedik…
Umursamazca ezip geçtikleri çiçeklerin parasını da…
Çalışan işçilerin maaşını…
İşçilere dağıtılan yemeğin parasını…
İş makinelerinin yakıtını…
Polisin fazla mesaisini…
Düğüne gidenlerin özel uçak masraflarını…
…….
Hepsini biz ödedik… Evet, Türk halkının ‘hiçbir şeyi’ olan Sümeyye’nin düğün masraflarını biz ödedik. Fikrimizi sormadan, zorla ödettiler…
* * * * *
En içimi acıtanı…
Bütün bu çirkinlik medyanın gündeminin ilk sıralarında halkın gözüne sokulurken; “görünmesin diye” yoksul semtlerin önünün beyaz brandalarla kapatılması oldu. Sümeyye için ceplerine el atılan insanları “görmezlikten gelmenin” yolunu, “yoksulluğun üzerini örtmeye çalışarak” buldular. Ancak ne Osmanlı özentisi Saray şatafatıyla açlıkla savaşan halkın arasındaki uçurumun üzerini örtebildiler; ne de bu halkın, yeniden ‘Osmanlı tebaası’ olmayı kabul etmeyeceği, ‘saltanat’ın sonunun çok yakın olduğu gerçeğinin…