Alman bilim adamı Robert Koch’un adını duymuşsunuzdur. 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında yaşamış Nobel ödüllü bir bilim adamıdır Koch. Bakteri biliminin kurucusu sayılır. Bugün Almanya’da bulunan Robert Koch Enstitüsü, aralarında coronavirüs de bulunan çok sayıda virüs ve bakteriyle savaşta kullanılabilecek araçları bulmak için çalışmaktadır.
Robert Koch, yaşlılık günlerinde, “kolera ve veba gibi, gürültü ile savaş günleri de gelecektir” biçiminde bir öngörüde bulunmuş. Üstelik, henüz dünya nüfusunun bu kadar kalabalık olmadığı, endüstriyel tesislerin ya da trafikteki araç sayısının günümüzle karşılaştırılamayacak kadar az olduğu 1910 yılında söylemiş bunu… Koch’un sözleri, bugün yaşadığımız ve sinsi biçimde ruhumuzu ve bedenimizi örseleyen gürültü kirliliğini anlatan, son derece isabetli bir öngörüdür.
* * * * *
Gündemde daha önemli konular varken bu konu da nereden çıktı diyorsanız, söyleyeyim: Sabahtan akşama kadar evin duvarları bir kağıtmış gibi geçerek odalara dolan o dayanılmaz gürültüdür, beni bu konuyu yazmaya zorlayan. Önce simitçi geçti bağırarak… Saat henüz erkendi. Ardından insanlar uyanıp sokaklara çıkmaya başladılar; kesintisiz bir trafik gürültüsü başladı. Sıra, her gün olduğu gibi, ‘patates soğancı’daydı. Kendi sesinin yetmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, aracına bağladığı hoparlörün sesini sonuna kadar açmış dolaşıyordu. Daha kulaklarımda patates soğancının sesinin çınlaması bitmemişti ki, ‘karpuz kavuncu’ çıktı piyasaya. O da patates soğancıdan aşağı kalmamak için, almış eline mikrofonu, açık hava konserindeymiş gibi bağırıyordu. Bütün bu süreçte, hiç egzoz kontrolü yapılmadığı belli olan sayısız motosiklet geçti sokaktan. Ve öğle oldu… İmam ezan okumaya başladı. Her mahallenin camisi ve gür sesli bir imamı var; buna rağmen bizim imam, sesini en az 3 mahalleye duyurmaya kararlı. Aman Allahım, o nasıl bağırmak! Üstelik bunu günde 5 kez yapıyor. Yanlış anlamayın, sorun ezan değil, bu kadar yüksek sesle bağıra bağıra 5 mahalleye ulaşmaya çalışmak! Ve çocuklar çıktı sokaklara… Evet, onlar da fena gürültü yapıyorlar ama çocuktur, seslerini müzik niyetine dinlemeye çalışmak lazım… Ama aynı şeyi, yan binada balkonda oturup sabaha kadar yüksek sesle dedikodu yapan o kadınlar için söyleyemeyeceğim.
* * * * *
Gürültü konusunda gereğinden daha hassas olduğumu düşünüyor olabilirsiniz. Ya da siz benim kadar gürültüden etkilenmediğinizi sanıyor da olabilirsiniz. ‘Sanmak’ diyorum, çünkü siz fark etseniz de etmeseniz de, gürültü, sağlığınızı olumsuz yönde etkiliyor. Bunu, bu konuda çalışan bilim insanlarının tamamı söylüyor. Dünya Sağlık Örgütü, gürültü kirliliğinin, hava kirliliğinin ardından, ikinci en büyük çevresel hastalık nedeni olduğunu belirtiyor. Aynı örgüt, ülkemizde özellikle büyük kentlerdeki gürültü kirliliğinin, limitlerin çok üzerinde olduğunu da açıklamış.
Gürültü sağlığımızı nasıl mı olumsuz etkiliyor? Kronik uyku bozukluğu, işitme kaybı, kalp ve damar sorunları, iskemik kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, solunum sistemi bozuklukları, erken doğumlar ve bebek ölümleri, stres, agresif davranışlar, konsantrasyon bozukluğu, çocuklarda bilişsel bozukluklar ve öğrenme bozukluğu ve hatta erken ölüm… Bu nedenler, gürültü konusunda önlem almak için yeterli sanırım…
Önlem nasıl alınır? Uzmanlar gürültü haritaları hazırlayacak ve buna uygun eylem planları yapılacak. Avrupa Birliği’ne uyum kapsamında bu tür çalışmalar yapıldı sanırım; ama uygulamanın yapılmadığı ya da işe yaramadığı ortada. Yerel ve merkezi yönetim, halkın sağlığını korumakla yükümlü olduğunu unutmuş görünüyor.
Yazınızın her kelimesine katılıyorum,eksik olanları da eklemek istiyorum.Dışarıya hoporlör koyup bangır bangır müzik çalan esnaf,yaz kabusu apartman bahçe dügünleri ,sabaha kadar havlayan köpekler ,ambulansa yol vermek için kenara çekilmek yerine bir an önce geçmek adına korna basan sürücüler ve gece gündüz demeden eşya çeken komşularımız.Aslında daha birçok şey yazılabilir.Tüm bunlar insanların bencilliği ve denetim yokluğundan maalesef