Reina’da onlarca insanı katleden terörist yakalanınca, herkes rahat bir nefes aldı. O sokaklardayken, İstanbul’da kimse evinden dışarı çıkmak istemiyordu. Sanki dışarıdaki tek tehlike, ortalıktaki tek terörist oymuş gibi… Bu mantıkla pek de açıklanamayacak durumun nedeni, terör kavramının özündeki ‘korku’dan kaynaklanıyor.
Artık herkes biliyor, Latince’den gelen terör kavramı, “dehşetli korku” anlamındaki bir kökeni içeriyor. Günümüzde sayısız tanımı var. O nedenle, kiminin ‘terörist’ dediğine; bir başkası ‘devrim savaşçısı’, ‘özgürlük savaşçısı’ ya da ‘cihatçı’ diyebiliyor. Benim aklıma yatan tanımlardan birisi, Ann Weil’ın: “Terörizm; rastgele seçilmiş ya da sembolik değeri olan kurbanların, şiddetin aracı olarak seçildikleri bir savaş yöntemidir. Bu araçsal kurbanların kurbanlaştırılmaları, mensup oldukları grup ya da sınıf içerisindeki yerlerine bağlıdır. Böylece, söz konusu grup ya da sınıfa mensup olan diğer bireyler de, kronik bir terör korkusunun içine itilmiş olurlar”.
Kronik korku ve toplumsal dehşet… İşte teröristlerin amacına ulaşmalarını sağlayan bu.
* * * * *
Terör eylemleri; fiziksel olarak verdikleri zarardan çok, psikolojik açıdan verdikleri mesaj açısından önemlidir. Olay yerindeki insanlardan çok, bütün toplumu hedefler. Sadece şiddet değil, ondan daha çok propaganda içerir. Bu propagandanın amaca ulaşması da; medyanın, teröristin sesini, onun istediği biçimde yükseltmesiyle mümkün olur.
Korku, davranış biçimimizi değiştirir. Her yıl trafik kazalarında, doğal afetlerde, iş kazalarında binlerce insanını kaybeden ve bunlar nedeniyle yaşam tarzını değiştirmeyen insanımızın, onlar kadar yıkıcı sonuçları olmayan terör eylemleri sonrasında sokağa adım atmaktan korkmasının nedeni, tam anlamıyla budur. Terör eyleminin amacına ulaştığının göstergesidir bu. Devletin gücüne inanç; yerini, terör örgütünün, hayatlarımızı alt üst edecek güçte olduğuna ilişkin bir inanca bırakmıştır. İnsanlar, normal davranış biçimlerini değiştirmiş; hem sosyal ve ekonomik, hem de siyasal olarak, terör örgütünün çıkarına uygun şekilde davranmaya başlamışlardır. Bunların hepsinden daha önemlisi; birlik duygusunun kaybedilmesi, terör eylemlerinin arkasındaki güçleri destekleyenler ile karşısında olanlar arasında ortaya çıkan kutuplaşmadır. Bu gerilim, bir iç savaşla sonlanabilecek kadar önemlidir.
* * * * *
İstediğimiz bu değil. Hiç birimiz, yaşamımızın böylesine alt üst edilmesini istemiyoruz. Peki, ne yapmalıyız?
Öncelikle, devletten, bizim güvenliğimizi sağlamak konusunda daha çok çaba göstermesini talep etmeliyiz. Devletin bizi güvende kılmasının anlamı; güvenlik nedeniyle özgürlüklerin yok edilmesi ya da paranoyak biçimde silahlı güçleri devreye sokmak değildir. Doğru bir iç ve dış politika uygulamaktır… İstihbarat çalışmalarını artırarak önleyici tedbirler almaktır… Sınırları kevgir gibi delik deşik edip memleketi yol geçen hanına çevirmemektir… Türkiye’nin başına bela iki temel terör örgütü IŞİD ve PKK’nın, ülke içinde yapılanmasının önüne geçmektir…
Bu devlete düşen; bir de medyaya düşen önemli bir görev var: Terör örgütünün gücünü artırmamak. Bu da; terör eylemlerini, doğru anlam ve boyutuyla okuyucuya vermek; rating kaygısıyla yapılan korkuyu artıracak habercilik anlayışından kaçınmak.
Ya bize, sıradan vatandaşlara düşen? Terör eylemlerine ve yarattığı yıkıcı sonuçlara asla alışmadan, kanıksamadan, duyarsızlaşmadan, günlük yaşamımızı eskisi gibi sürdürmek. Ölümün bizi her yerde her zaman bekleyebileceğini hatırlayarak; terör korkusunun bizi sindirmesine, yaşamlarımızı yoldan çıkarmasına izin vermemek… Unutmayalım; korkuya yenilmek, teröre verilebilecek en büyük destektir.