Emperyalistler Suriye’yi kan gölüne çevirdi. Nedenini herkes biliyor; zengin petrol, doğalgaz ve fosfat yatakları dışında, paha biçilmez stratejik konumu.
Milyonlarca Suriyeli, canını kurtarmak için kendini Türkiye’ye attı. Yapılması gereken yapıldı, kapılar açıldı. Sonrasında ne yapılacağı düşünülmeden, planlanmadan…
Açılan kapıdan, sadece savaştan kaçanlar girmedi; Türkiye’nin çoktan yok ettiği hastalıkların mikropları da girdi, ülkede gözünü kırpmadan kanlı eylemler yapabilecek teröristler de…
Milyonlarca insan, ülkenin dört bir yanına dağıldı. Parası olan azınlık, büyük kentlerde keyifli yeni hayatlar kurdular kendilerine. Geriye kalan yoksul büyük çoğunluk ise, birkaç yüz lira maaşlı kaçak işçiler ve parklarda yaşayan evsizler haline geldiler.
* * * * *
Sonra, Türkiye’de bekledikleri hayatı sürdüremeyeceklerini anlayanlar, Avrupa’ya dikti gözlerini. Güney ve Doğu Avrupa’daki görece yoksul ülkelere değil; İsveç, Fransa, Almanya gibi zengin ülkelere doğru zorlu bir yolculuk başladı. Ege adaları ve Bulgaristan, Avrupa’nın en yakın topraklarıydı. Hem karadan hem denizden binlerce insan akın etmeye başladı, hayallerindeki Avrupa’ya. Bir bölümü, Ege’nin sularına gömüldü; kalanların yolculuğu, Macaristan sınırında güvenlik güçlerinin duvarına dayandı. Burada yaşanan insanlık dışı tavır, Ege’de bulan küçük Aylan’ın sahile vuran cesedi ve duyarlı Avrupalıların baskısıyla, sınır açıldı ve binlerce Suriyeli, hayallerinin ülkesine ulaştı.
* * * * *
İşte o zaman başladı Avrupa’nın telaşı. Kendi silahlarıyla öldürülmekten kaçan insanların akınıyla karşı karşıya kaldı Avrupa. Gelenleri aldı, ancak daha milyonlarca insanın kapısına dayanacağı telaşıyla, çözüm aramaya başladı.
Çözümü kısa süre buldular; Türkiye’ye dönüp, “biz para verelim, mültecilere siz bakın” dediler. Durumu kendisi için kullanmaya karar veren AKP hükümeti, önerilenden daha çok para ve vize kolaylığından başka, ‘güvenli ülke’ olarak tanınma şartı getirdi.
Pazarlıklar sürüyor…
* * * * *
Türkiye’nin ‘güvenli ülke’ ilan edilmesi, Avrupa açısından, mültecilerin, Türkiye üzerinden AB ülkelerine girememesi anlamına geliyor. Türkiye, iltica etmeyi gerektirmeyecek biçimde ‘güvenli’ olduğundan, mülteciler için son durak olacak ve AB’ye ulaşanlar, Türkiye’ye sınır dışı edilecek.
AKP açısından ‘güvenli ülke’ unvanını almanın önemi ise çok daha büyük. Çünkü; bir ülkenin ‘güvenli ülke’ ilan edilmesi, o ülkede insan hakları ihlali ya da siyasi zulüm yaşanmadığı, yönetimin özgürlüklere saygılı olduğu anlamına geliyor. Bu da, diktatörlüğünü çoktan ilan etmiş bir iktidar için, bulunmaz bir nimet. Konunun önemi, Guardian gazetesinde çıkan şu yazıda çok güzel özetlenmiş: “Türkiye’nin güvenli bölge ilan edilmesi, Ankara’nın artan baskıcı politikalarının ve gerileyen insan hakları ile medya özgürlükleri sicilinin pratikte temize çekilmesi demek. AB, göçmenlerin geri gönderilebileceği ülkeleri, “hiçbir işkence, baskı, insan hakları ihlalleri ve şiddet tehdidinin olmadığı demokratik sistem” olarak tanımlıyor. AB’nin Türkiye’yi güvenli ülke ilan etmesi, önümüzdeki seçimde Erdoğan’a destek olur.”
Avrupalı muhalifler, bu kirli anlaşmaya karşı çıkıyor, ancak AB’nin ‘ablası’ Merkel, imzalamakta kararlı görünüyor. Seçime az bir süre kala Ankara’ya gelip Erdoğan’la görüşmek istemesi de bunun göstergesi. Seçim sonrasında kurulabilecek farklı bir hükümete bu anlaşmayı imzalatamama olasılığını da hesaba katan Merkel, “Erdoğan’a siyasal destek veriyor” görüntüsünü bile göze alarak geliyor Ankara’ya. Avrupa’daki muhaliflerin deyimiyle, “Erdoğan’a seçim hediyesi veriyor.”
Bu beklenmeyen destek, Erdoğan yerine Türk halkına yarayabilir. Niye mi böyle düşünüyorum? Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye seçimde destek olmak için Merkel’in elinden geleni yaptığını; buna karşılık Sarkozy’nin seçilemediği gibi, ‘ağır yolsuzluk’tan yargılandığını hatırladım da…