Dinamiti dünyaya armağan eden adam olarak bilinir Alfred Nobel. Mayın fabrikası sahibi babasının da etkisiyle, çocukluğundan itibaren patlayıcılara düşkünlüğü varmış. Bu merakı yüzünden, çocukluğunda, kardeşinin ölümüne neden olmuş.
Nobel çok zengindi. Ancak sanıldığı gibi parayı, dinamitten değil, Bakü petrollerinden ve silah sanayinden kazanmıştı. Avrupa’nın her ülkesine, Amerika ve Avustralya’ya silah satmıştı. Dünyanın birçok yerinde 90 silah fabrikası vardı.
Yaşadığı suçluluk duygusundan mı, yoksa kendisi hakkında yanlışlıkla çıkan “ölüm taciri öldü” başlıklı haberin yarattığı etkiden mi bilinmez; servetinin 33 milyon Kronluk bölümünü, öldükten sonra, kendi adına verilecek ödüllere ayırdı. Nobel’in vasiyetine uygun olarak, 1901 yılından bu yana, her yıl Fizik, Kimya, Tıp, Edebiyat ve Barış dalında ödül veriliyor. Alfred Nobel’in ilgi duyduğu alanlara…
Vasiyetinde; “güvenilir menkul değerler üzerinden edinilen gelirler; her yıl, bir önceki yıl içinde, insanlık için en yararlı çalışmaları yapmış insanlara dağıtılacaktır” demişti.
“Güvenilir menkul değerler” sözünden Nobel’in ne anladığını bilmek mümkün değil; ancak bugün, ödül olarak dağıtılan paraların önemli bir bölümü, Nobel Vakfı’nın Amerikan silah şirketlerinden elde ettiği karla ödeniyor. Silahtan kazanılan parayla, barışa ödül veriliyor.
* * * * *
Gelelim Nobel’in ülkesi İsveç’e… Avrupa’nın en büyük silah üreticilerinden olan İsveç, yasalarına “çatışmalı bölgelere satış yapılmamalı” ilkesini koymuş; ancak bu ilkeye hiçbir zaman uymamış. İsveç’teki silah fabrikaları, Asya’dan Afrika’ya tüm çatışmalı bölgelere silah satıyor.
Silah üreticisi bir ülkenin, silah üreticisi bir vatandaşının anısına veriliyor Nobel ödülleri. Bu nedenle de, Barış ve Edebiyat ödülleri, verildiği ilk günden bu yana tartışmalara neden oluyor.
Bu iki dalda verilen ödüllerin, Batı emperyalizmine bir biçimde hizmet edenlere verildiği eleştirisi, tartışmaların ana ekseni.
Birkaç örnekle bu tezi desteklemek kolay görünüyor. Irak işgalinde “ilkel kabilelere zehirli gaz kullanılmalı” diyen Churchill’e; Vietnam savaşının ‘babası’ sayılabilecek Kissinger’e; dünyaya kan ve gözyaşı armağan eden Jimmy Carter’a; Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Şimon Perez ve İtzak Rabin’e Barış Ödülü verildi. Obama, daha göreve gelir gelmez kendisine verilen Barış Ödülü için “karar beni çok şaşırttı” demişti.
Barış Ödüllerinin tartışmalı yanını ortaya koyan en iyi örnek ise; 1939 yılında, yani Almanya tarafından 2. Dünya Savaşı’nın başlatıldığı yıl, Hitler’in bu ödüle aday gösterilmiş olmasıdır.
* * * * *
Nobel Edebiyat ödülleri de, çoğunlukla “Batı’nın duymak istediklerini söyleyenlere” verildi.
Sovyet yazar Aleksandr Soljenitsin, yönetim karşıtı eleştirilerinin karşılığını Nobel Edebiyat Ödülü biçiminde aldı.
Orhan Pamuk’un, bir İsveç gazetesine yaptığı “Bu topraklarda 1 milyon Ermeni ve 30 bin Kürt öldürüldü” açıklamasının, Nobel’e giden yolu bir anda kısaltıverdiği iddia edildi.
Bu yıl ödülü alan Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç da, Ukrayna krizi sırasında, krizin iki tarafından biri olan ABD’yi değil de Rusya’yı sert bir dille eleştirince, ödüle giden yolu açtı.
* * * * *
Ya bilim ödülleri?.. Aynı vakıf tarafından verilmesine rağmen, Barış ve Edebiyat ödüllerinin aksine, Fizik, Kimya ve Tıp alanında verilen ödüller, siyasi ve etik tartışmaların dışında kaldı hep. Ödül, bilimsel açıdan zaman zaman tartışılsa da, ömrünü bilime adamış ve insanlığa bilimsel katkılar sunmuş bilim adamlarına verildiği için, prestijini hiç kaybetmedi.
Yüz yıldan fazla zamandır verilen bu ödüllerden biri, bu yıl bir Türk’e, Prof. Dr. Aziz Sancar’a verildi. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, bilimsel çalışma yapamayacağı aşikar olan Türkiye’den ABD’ye göç ederek, adını tarihe yazdıracak çalışmalara imza atan bir bilim adamına…
Sancar’ın aldığı ödül, bir yandan göğsümüzü kabartırken; öte yandan, hem bizim, hem de Doğu’yu aşağılama geleneğinden kendisini bir türlü kurtaramayan Batı’nın hanesine, ‘utanç’ olarak yazıldı.
İngiliz yayın kuruluşu BBC, ödülü aldıktan sonra Sancar’ı aradı ve çalışmasının içeriği, insanlığa katkısı gibi sorular yerine; “Arap mısınız, kısmen Türk müsünüz” diye sordu. DNA’nın kendisini onarmasının yolunu bulmuş, insanlık tarihini değiştirecek bir buluşa imza atmış bir bilim adamının etnik kökeni, Türkiye’de de tartışma konusu oldu. Bilimin yerine dinsel safsataları koymak için canla başla çalışan zihniyet, kendisini bir kez daha ortaya koydu.
* * * * *
Oysa… Yoksul bir ailenin çocuğu olan ve bunu engel olarak görmek yerine, zekasını ve çalışkanlığını kullanarak başarıya ulaşan Aziz Sancar’ın öyküsü, yeniden yeniden okunmalı. Onun öyküsü, dinsel dogmaların yerine bilimin, tembelliğe ve hazıra konmaya karşı emeğin, karanlığa karşı aydınlığın öyküsüdür. Kara bulutların altında yaşadığımız bugünlerde, bundan daha çok okunmayı hak edecek bir öykü düşünemiyorum.