Sadece canlar değil, seçim sonrası yaşanan ‘iktidar hırsı’nın yarattığı kayıp. Yürekleri dağlayan onlarca ölümün yanı sıra, ekonomiye vurulan ağır darbe de, ülke halkının daha da yoksullaşmasına neden oluyor.
Turist sayısı önemli oranda azaldı, daha da azalacak. Hangi köşede patlayacağı belli olmayan bombalar, Avrupalı turisti, başka destinasyonlara yöneltmiş. Öyle ya; Hırvatistan, İtalya, Yunanistan gibi daha sakin ve güvenli sahil ülkeleri varken, niye gelsin Türkiye’ye?
Dolar ve Euro aldı başını gidiyor. Bu önlenemez yükseliş, küçük esnaftan, hammaddede dışa bağımlı sanayiciye kadar her kesimi vurdu.
İhracattaki düşüş, rekor kırıyor. Seçimden sonraki ay, Batı Akdeniz’in ihracatı yaklaşık dörtte bir oranında azalmış.
Yıllardır uygulanan emperyalist politikalar nedeniyle yok olmanın eşiğine gelen tarım sektörü ise, deyim yerindeyse, son nefesini vermek üzere.
* * * * *
Uzun yıllardır uygulanan bilinçli politikalar sonucunda gelindi bu noktaya. Geçmişte, tarımsal üretim açısından kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye, gıdada dışa bağımlı bir ülke haline getirildi.
1980 yılına kadar yıldızı giderek parlayan tarım sektörü, bu tarihten itibaren, hızla düşüşe geçti. Türkiye’ye dayatılan neo-liberal politikaları destekleyen yönetimlerin tavrına, küresel ısınmayla gelen olumsuz iklim koşulları ve tarım alanlarının ranta açılması da eklenince; tarım ürünleri ihraç eden ülkeden, en temel gıda maddelerini bile ithal eden ülkeye dönüştük. Artık kuru fasulyemiz Etiyopya’dan, ayçiçeğimiz Japonya’dan, pamuğumuz Yunanistan’dan, buğdayımız Lüksemburg’dan geliyor. Hayvanların yediği samanı bile yurt dışından satın alıyoruz.
Emperyalist politikaların baskısıyla, SET, Et ve Balık Kurumu, TEKEL, Yemsan gibi tarımsal KİT’ler tasfiye edildi.
Mazot, gübre ve ilaç parasını bile karşılayamayan çiftçi, üretim yapmaktan vazgeçti. Kimi sadece günü kurtarmaya çalışıyor; kimi de çoktan tası tarağı toplayıp büyük kentlere göç etti.
* * * * *
Peki, ne yapılmalı? Tarım sektörü, niteliği itibariyle, desteklenmediği taktirde gelişmesi mümkün olmayan bir sektör. Bu gerçeğin bilincinde olan Avrupa ülkelerinde, bütçenin yüzde 50’si tarımsal desteklere ayrılıyor. Bizde ise bu destek, sadece yüzde 2 civarında. Üstelik, tarım sektörünün, toplam işgücünün neredeyse yarısını tarım sektörünün istihdam etmesine rağmen…
Yapılması gereken; mazot, gübre ve ilaçtaki yüksek vergi oranlarının kaldırılması; doğrudan gelir desteği yerine, gelişmiş ülkelerdeki gibi fiyat desteği uygulamasına dönülmesi; tarım alanlarının yok edilmesinin önüne geçilerek, tam tersine koruma altına alınması; ulusal bir su politikası aracılığıyla tarımsal kuraklıkla mücadele edilmesi; doğal afetler sonucunda oluşunda zararların karşılanması.
Yapılmazsa?.. Kanser başta olmak üzere birçok hastalığa neden olan ve genellikle yandaş şirketlerin ithal ettiği GDO’lu ürünlerle, mısır şuruplarıyla, ne olduğu belirsiz ithal tohumlarla yetiştirilen sebze ve meyvelerle beslemek zorunda kalırız çocuklarımızı.
Gelelim en can alıcı soruya: Ülkenin ekonomisini ve halkın sağlığını gerçekten düşünen ve bunun için çabalayan bir yönetim var mı ülkede? Yazının başından beri söz ettiğim tüm sorunların çözümü, bu sorunun yanıtında gizli.