Hiç düşündünüz mü, neden birçok bitki ve hayvan türü var da, insan türü sadece bir tane? Hep böyle miydi? Diğer canlıların birçok akrabası varken, biz hep yalnız mıydık? Bu soruların yanıtı, uzak geçmişimizde…
Bizim türümüze bilim insanlarının verdiği şatafatlı isim ‘Homo Sapiens’. ‘Homo’ cinsimizin, ‘Sapiens’ ise türümüzün adı. On binlerce yıl önce başka ‘homo’ türleri de vardı. Dünyanın dört bir yanına dağılmış, bizim ‘gelişme’ olarak adlandırdığımız yolda ilerliyorlardı. Onlara da, söylemesi bizimkinden de zor isimler verdi bilim insanları: Homo neardentalensis, homo soloensis, homo floresiensis, homa rudolfensis, homo ergaster, homo erectus… Peki bütün bu türlere ne oldu?
Yanıtı tam olarak bilemesek de, elimizde bir zanlı var: Homo Sapiens. Atalarımız, Afrika’dan çıkıp dünyaya yayıldıklarında, ayak izlerini bıraktıkları her yerde bütün insan türleri yok oldu, istisnasız hepsi! Endonezya’daki cüce türden, bizden daha iri ve daha büyük beyinli olan türlere kadar hepsi! Bu türlerin sonunu getiren; akıllı, dayanıklı, hoşgörüsüz, zalim ve kurnaz atalarımızla karşılaşmak mıydı?
* * * * *
Sadece kardeşlerimiz ve kuzenlerimiz değildi yok olan; bizimle karşılaşan hayvan ve bitkiler de, ne yazık ki acımasızlığımızdan nasibini aldı. Binlerce yıl önce, şimdikinden çok ama çok daha fazla bitki ve insan türü vardı gezegenimizde. Yürüyerek tüm dünyayı dolaşan atalarımız, karşılaştıkları türleri yok ede ede ilerlediler. Bu kadar eski tarihi boşverin, sadece artık “uygarlaştığımız” bugün bile, her yıl 20 binden fazla türün yok olmasına neden oluyoruz. Bugün hayvanlar, geçmişe oranla yüz kat daha hızlı yok oluyor. Hayvanların yanı sıra, başta ağaçlar olmak üzere bitkiler de, becerikli ellerimizde hızlı yokoluşun pençesinde. Bu yüzyılın sonuna kadar dünyada yaşayan canlıların yarısı yok olabilir.
* * * * *
Öz kardeşlerimiz de dahil, karşımıza çıkan canlıları yok ederken, bir yandan da birbirimizle savaşageldik geçmişten bugüne. Mızrak ve okla başlayan silah serüvenimiz; nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlara kadar sürdü. “Gezegenin en akıllı ve uygar canlısı” kibirli iddiasındaki insanoğlu, bugün dünyanın dört bir yanında, en gelişmiş silahlarla birbirinin kanını döküyor. Yüzlerce bölgesel savaş süregiderken, 3. Dünya Savaşı’nın kapımızın önünde olduğu konuşuluyor.
* * * * *
Ya gezegenin kendisi? Bir eşi daha bulunmayan evimiz Dünya? O da zalimliğimizin, anlamsız hırslarımızın, aptallığımızın bedelini ödemiyor mu? Kardeşlerimiz, kuzenlerimiz, ancak birlikte var olabileceğimizi fark etmediğimiz hayvanlar ve bitkiler yok olur, gezegenimiz yaşanmaz hale gelirse, bize ne olur? Bu sorunun yanıtını adeta haykırarak dile getiren bilim insanlarını bile duymayan insanoğluna bir kez daha hatırlatalım.
İnsanlık tarihinde, beş büyük yokoluş var; türlerin yüzde 90-95’inin yok olmasına neden olan beş kıyamet. “Altıncısı başladı” diyor bilim insanları. Hem de insanoğlunun eliyle… Bizi var kılan biyoçeşitliliği hızla yok ediyoruz; ekosistem dengelerini alt üst ediyoruz; gezegenimizi ‘küresel ısınma’ denilen, sanıldığından çok daha tehlikeli bir süreçte yaşanmaz hale getiriyoruz. Bilim insanları, “Şu andaki tür yok oluş oranları devam edecek olursa, insanlar sadece 3 nesil içerisinde, biyoçeşitlilikten elde edindikleri faydaların tamamını yitirecekler. Eğer bu gidişata izin verirsek, yaşamın kendi kendini tamir etmesi milyonlarca yıl alacak. Bindiğimiz dalı kesiyoruz” diye içerisinde bulunduğumuz vahim durumu özetledikten sonra ekliyorlar: “Muhtemelen bu sürecin daha başlarındayken kendi türümüz de yok olacak.”
* * * * *
Yürüyebileceğimiz iki yol var sadece. Ya yaklaşan yıkımı görmezden gelip, rahat koltuklarımızda, tüketmenin, yok etmenin ve yok olmanın keyfini çıkaracağız; ya da hep birlikte, binlerce yıldır sürdürdüğümüz bu ‘vahşet’e son verip, birbirimizle, gezegenimizle ve üzerinde yaşayan canlılarla barışma ve uyum içerisinde yaşama yolunu seçeceğiz. Bu seçim şansı, sadece bizim neslimize ait; bundan sonraki nesiller, çoktan dönülemez bir yola girip yokoluşa doğru gidiyor olacaklar.