5 YAŞINDA OKULA BAŞLADIM
Tavsiye üzerine Kayseri’den Antalya’ya geldiğinizi duyduk. Bize Akdeniz Üniversitesi’ne geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Ben İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Bugünlerde erken yol almak çok manipüle edilebiliyor oysa benim durumum tamamıyla farklı ve şeffaf. Nihayetinde girdiğim sınavlar, aldığım notlar, geçtiğim juriler, danışmanlarım belli. Ben 5 yaşında okula başladım ve 20 yaşındayken üniversiteden mezunu oldum. Hiç ara vermeden yüksek lisansı kazandım. Yaklaşık 27 yaşında da doktoradan mezun oldum. İstanbul Üniversitesi’ndeki hocalarımızın teşvik edici yaklaşımları ve eğitim sürecimdeki verimli ve üretken tavrım sayesinde kendi yaş grubumun oldukça önünde akademik yaşamın merdivenlerini tırmandım. Yaklaşık 31 yaşında da onur duyduğum bir juriden doçentlik unvanını aldım. Selçuk’da 3.5 yıl Gazetecilik Bölüm Başkanlığı görevini yürüttüm. Gazi'de Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın ve Prof. Dr. Naci Bostancı’nın dekan yardımcılığını üstlendim. Ardından Erciyes Üniversitesi’nde RTS Bölüm Başkanlığı ve bize Genç İletişimciler Yarışması’nda iki yıl üst üste Türkiye birinciliği kazandıran Uygulama Birimleri Koordinatörlüğü görevlerinde bulundum. Akdeniz Üniversitesi’ne gelişimde bu birincilikler önemli bir dönüm noktası oldu.
Antalya’ya geliş hikâyeme gelirsek, 2010’da o zamanki Rektör Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe’den fakülte dekanlığı için görüşme teklifi aldım. O esnada profesörlük için 5 yıllık çalışma süremi tamamlamış, 4 aydır kadro bekliyordum. Kendisine beni fakültenin önceki dekanı Prof. Dr. Hürriyet Konyar önermişti. Buraya geliş sürecimde arada başka aracı yoktur. Açık söylemek gerekirse buna ihtiyaç duymadım, duymam da. Rektör Kurtcephe ile yaptığım görüşme olumlu geçti, kendisi şahsımla ilgili çok güzel şeyler duyduğunu ve benimle çalışmak istediğini tarafıma iletti. Ben de yakın çevremle yaptığım değerlendirmelerin neticesinde şehrin, üniversitenin potansiyelinin cazibesine inanarak teklifi kabul ettim, burada güzel şeyler yapılabilir diye düşündüm ve Antalya’ya gelmeye karar verdim.
AKADEMİK İLKEMLE YAŞADIM
Gördüğüm kadarıyla akademik yaşamınız boyunca, farklı fakültelerde, genç yaşınızda hep çok önemli idari görevler yüklenmişsiniz. Buralarda idari görevler yüklenmek kolay değildir, siyasi olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Şimdiye kadar çalıştığım tüm kurumlarda farklı dünya görüşlerine sahip dekanların yönetimde önemli idari görevler yüklendim. Çalıştığım dört farklı fakültede de, yöneticilerimin güvenine mazhar oldum ve elimden geldiğince en iyiyi yapmaya çalıştım. Çalıştığım hiçbir yöneticinin bu süreçte bir soruşturma dahi geçirmediğinin; bu örgütle yakından uzaktan ilgisi olmadığının da altını çizmek isterim. Ben akademik yaşamımın çatısını herhangi bir ideoloji üzerinde değil, akademik ilkeler ve yeterlilikler üzerine bina ettim ve bu tavrıma dönük olarak da çok güzel karşılıklar aldım. Hayatımın hiçbir döneminde hiçbir siyasi partinin, cemaatin, vakfın, derneğin referansı veya katkısıyla bir yere gelmedim. Şahsi yeterliliklerimin bu süreçte belirleyici olduğunu açık yüreklilikle ifade ederim. Birey olmaya gayret ettim yaşamım boyunca. Şimdi geriye dönüp baktığımda da bu tavrımdan dolayı gurur duyuyorum… Şiddeti, terörü ve bölücülüğü teşvik eden ideolojilerin dışında tüm görüşlere saygılı, akademik gelişim odaklı, ötekisi olmayan, demokrasiyi ve milli değerleri önceleyen bir bilim insanıyım. Akademik çalışmalarım, derslerim, yetiştirdiğim öğrencilerim, fakültemde uyguladığım politikalar incelendiğinde bu gün gibi ortadadır.
DEVLET MÜCADELİSİNDE HAKLI
Bu kadar donanımlı ve yetkin bir iletişim profesörü olmanıza rağmen, bir iletişim kazasına kurban gittiniz. Son FETÖ soruşturmasında başınıza gelenleri düşündüğümüzde, ben nerede yanlış yaptım diyor musunuz?
Evet bu konuda iletişim profesörü olmama rağmen, tarafıma karşı oluşturulan yanlış ve kasıtlı algının kurbanı olduğumu düşünüyorum. Öncelikle devletin yaşanan bu darbe girişiminin ardından bir refleks göstermesini ve bu unsurlardan temizlenme yönünde bir irade göstermesini elbette çok haklı buluyorum. FETÖ ile mücadeleyi sonuna kadar destekliyorum, darbeyi koşulsuz lanetliyorum. Soruşturma sorumluluğunda olan insanların daha hassas ve hakkaniyetli davranmaları gerektiğinin, adaletin terazisinin şaşmaya gelmediğinin de altını çizmek istiyorum. Ben devletin bu örgütle ilişkili olma emaresi olarak gördüğü hiçbir kriteri taşımıyorum ve bu konuda bir miladım olmadığını da özellikle vurguluyorum. Fakat ne kadar hazindir ki, ben devletimin ve milletimin hizmetinde, ülkemin geleceğini şekillendirecek gençleri nitelikli üretime motive ederken, mesai kavramı tanımaksızın çalışmaya ve kurumuma katkı sağlamaya odaklanmışken, bazıları yalanlar üzerine kurulu bir algı oluşturmakla meşgullermiş, bunu ciddiye almam gerekiyormuş, şimdi anladım. Maruz kaldığım hayal ürünü ve kasıtlı algı elbette ki çok üzücü ama asıl üzücü ve tehlikeli olan, varlık sebebini çoktan unutmuş akademisyenlerin üretimi baltalamaya dönük geliştirdikleri hastalıklı tutum. Yaşamadığım için bilemem ama şahsi yetersizliklerinin dışa vurumudur diye düşünüyorum. Oysa biz akademisyenlerin üretimi ve üreteni teşvik etmesi, ülkemiz adına üstlendiğimiz en birincil sorumluluktur. Sonuç olarak unutmamak gerekir ki, algılar geçici, gerçekler kalıcıdır. İnsanların algılarını değiştirebilirsiniz, ancak gerçekleri değiştiremezsiniz.
Gerçekten de etkileyici bir kariyeriniz var. FETÖ yapılanmasından ya da bunların üniversitelerinden teklif aldınız mı? İkinci sorum bu tarz teklifler geldi ve siz kabul etmediyseniz, size bu yapı tarafından bir kumpas kurulmuş olabileceğini düşünüyor musunuz?
Öncelikle ben bu çemberin çok dışında bir insanım. Dolayısıyla ne kadar başarılı olursanız olun bu yapı tarafından desteklenmezsiniz. Hatta köstek olurlar. Ben de bu duruma maruz kaldım, onların yayın organlarında defalarca itibarsızlaştırılmaya çalışıldım. Bunu tüm kamuoyu hatırlayacaktır. Bu bağlamda akademideki FETÖ yapılanmasından teklif almadığımı gururla söylemek isterim. Zaten ne tanırım ne bilirim ve ne onlar beni tercih eder ne de ben onları. Dekanlığım süresince de, bu yapının ilişemediği fakültelerden biriyim. 6 yıl boyunca yaptığım tüm kadro hareketleri ortadadır ve bir tane bile FETÖ ile ilişkilendirilebilecek tasarrufumuz olmamıştır. Bilakis başka üniversitelerde bu örgütün kadro vermediği insanlara fakültemde yer açtım. Çok iddialı bir şey söylemek isterim, İletişim Fakültesi bu anlamda Akdeniz Üniversitesi’nin en sorunsuz fakültelerinin başında gelmektedir. Ancak ne kadar hazindir ki ben böylesi algı operasyonuyla bu sorunsuz yapının yöneticisi olarak mahkûm edildim; bu gerçekten akılları zorlayan, traji-komik bir durum.
Suçlandığınız tek konu dernek üyeliği miydi?
Evet. Bir de babamla ilgili iftira olduğu çok açık, asılsız bir ihbar, mesnetsiz bir iddia vardı. Konuşmak bile yersiz. Ne var ki ailemin de bu duruma alet edilmesi olayın en üzücü kısmı tabi. Bizimle ilgili isnat edilen suç, üyesi bile olmadığımız, hiçbir yasal eylemine iştirak etmediğimiz, bizi hukuken sorumlu kılacak bir imza atmadığımız, karar defterini görmediğimiz, bir kere bile bir masa etrafında oturup toplantı yapmadığımız bir derneğin yönetim kurulu üyesi olmaktı. Muhtemelen dernek üyeliği nedeniyle tedbiren tutuklandım. Buradaki hukuki sorumluluğumuz sorgulandı ve üye olduğu iddia edilen diğer üç arkadaşımızla birlikte tahliye edildik. Mahkeme haklılığımızı teyid etti ve bizi serbest bıraktı. Dolayısı ile bu dernek soruşturması kapsamında tutuklu hiç kimse kalmadı. Adaletin geç de olsa tecelli etmesinden dolayı memnun olduğumu belirtmek isterim. Tabii burada çift taraflı işleyen bir süreç var. Hem adli süreç hem de idari süreç. Yargı makamlarımızın gösterdiği hassasiyeti, idari makamlarımızın da göstereceğinden hiç kuşkum yok.
İLETİŞİM İFTİHAR TABLOSUDUR
Sizin gelişinizle birlikte iletişim fakültesinde neler değişti? Bizlere anlatır mısınız?
Akdeniz İletişim’de yaşanan değişim sadece benim değil, benimle beraber emek veren hocalarımın ve öğrencilerimin başarısıdır. 16 yıl önce kurulan İletişim Fakültesi’nin son 6 yılda yükselen başarı grafiğinin 35 yıllık Akdeniz Üniversitesi’nin kurumsal itibarına sağladığı muazzam katkı ortadadır. Arka planında insanüstü emek ve özveri ile inşa edilen, çalışma prensipleri mesai kavramı, ders saatleri ile ölçülemeyen bu istikrarlı başarı elbette ki akademik kimliğimin temel gereği, var olma sebebimin özü, kurumumu layık olduğu biçimiyle temsil etme gayesi, daha da önemlisi devletime ve milletime olan bağlılığımın en somut göstergesidir. Bu 6 yıl tam da üniversitemin etik ilkeleriyle örtüşecek şekilde, açıkça ve şeffafça tüm kamuoyunun gözleri önünde yaşanmış, her anı kayıtlara geçmiş, tüm belgeleriyle hesap verilebilir bir dönemdir.
İFTİRALARA MARUZ KALDIK
Bu değişimi gerçekleştirirken yaşadığınız zorluklardan bahsedebilir misiniz? Ne tür dirençlerle karşılaştınız?
Değişimin olduğu yerde direnç ve mücadele kaçınılmazdır. Değişim bir şeylerin yetersiz kaldığında, eksik olduğunda ortaya çıkar ve bu ülküye inanan insanların omuzlarında yükselir. Biz de fakültemizde neredeyse hayal ettiğimiz her şeyi gerçekleştirebilme şansına sahip olduk ama beraberinde bu keskin dönüşümün dışında kalan, eşlik etmekte yetersiz kalan çevrelerin iftiralarına ve hasetlerine maruz kaldık. Bunu üzülerek söylemek istiyorum, bu dışında kalma ve oturdukları yerden eleştirme kültürü, aynen Sokrates’in savunmasında dediği gibi, “bu ben miyim” dediğim ve tıpkı onun kaderinde olduğu gibi, neredeyse hiçbiri yüzümüze söylenemeyen ve beni gölgelerle mücadele ettiren yalanlardı. Fakat ne kadar hazindir ki, bu söylemler başka bir yerde, benden çok bağımsız bir algının oluşmasına neden oldu. Hem de ben tüm sosyal hayatımı fakülte sınırları ile ölçülendirmiş, başımı kaldırmadan çalışmaya devam ederken, devletimin kurumunda; ülkemin geleceğini inşa edecek gençleri üretken olmaya teşvik ederken, sorumlu, bilinçli, hayırlı nesillerin yetişmesine öncülük etmek isterken, hep en iyiye odaklanmışken… Zamanı nasıl değerlendirdiğiniz önemli: Biz üretirken, kimileri de bu üretimi nasıl “tüketeceğini” hesaplıyormuş… Sevdiğim bir hocam, insanlar inanmak istediklerine inanırmış derdi…
250 ÖDÜLLÜ BAŞARI ÖYKÜSÜ
İletişim Fakültesi sizin yönetiminizde 6 yılda 250 civarında ödül kazandı. Bu gerçekten olağanüstü bir rakam; bize biraz bu ödüllerden ve arkasındaki kahramanlardan bahsedebilir misiniz?
Öncelikle bu çok önemli ve tekrarı çok zor bir başarı, hakkını vermek gerekir. Türkiye’de yaklaşık 50 civarında aktif iletişim fakültesi var, biz tüm iletişim fakültelerinin katıldığı 5 Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler ve 2 TRT Geleceğin İletişimcileri Yarışması’nda 7 kez üst üste Türkiye birincisi olduk. Toplamda 250 civarında ödül kazandık. Önümüzdeki günlerde kuvvetle muhtemel 8. şampiyonluk da gelecek. Öğrencilerim geçen dönemin üretimleri ile yine birinci olacak. Belki de şampiyonluk jubilesi yapacak… Türkiye’deki tüm iletişim fakülteleri ve ulusal medya, bizim başarımızın formülünü merak ediyor ve her platformda bizi takdir ediyor. Böylelikle üniversitemizin, kentimizin marka değerine katkı sağladığımız gibi, öğrencilerimizin de önleri açılıyor ve daha şimdiden pek çoğunu iyi yerlerde görmenin onurunu yaşıyoruz. Formüle gelince; öğrenmeyi istemek ve yeterli zaman ayırmak, hata yapmaktan korkmamak ve aynı oranda eleştiriye açık olmak, başarıyı arzulamak ve bunun için emek vermek gerekiyor. Samimi olmak, özveri göstermek, hedef koymak, istikrarı korumak gerekiyor. En önemlisi rekabetin kısırlığında boğulmamak, paylaşarak verimliliği arttırmak gerekiyor. Sadece sonucun değil sürecin de tadını çıkarmak gerekiyor. Ödüller zaten beraberinde geliyor.
KIRGINIM AMA BENCİL DEĞİLİM
Aynı şartlar size yeniden sağlansa, yine eskisi gibi çalışır mısınız, aynısını yapar mısınız?
Ben hayatım boyunca yasaların bana çizdiği sınırları düşünsel, eylemsel ve mali anlamda asla ihlal etmedim. Kutsal bir iş yaptığımın bilincinde ve kendi öğrencilik günlerimi unutmadan bize emanet edilen öğrencilerimizi iyi, donanımlı bir şekilde yetiştirmeye gayret ettim ve onların eğitimine katkı sağladığım sürece de mutlu oldum. Çünkü mesleğim doğrultusunda devletime hizmet etmenin en sadakatli yolu bu; üretken, çalışkan, bilinçli, sorumluluk duygusu gelişmiş, farkındalık düzeyi yüksek, kendisine; ailesine; ülkesine hayırlı öğrenciler yetiştirmek. Elbette ki kırgınlıklarım var ama hiçbir zaman sadece kendimi düşünecek kadar bencil olmadım. Yüzlerce öğrencimin elde ettiği başarıları, yüzlerindeki gülümsemeyi; gururu, sevinç çığlıklarını, kendilerine olan güvenlerini, dik duruşlarını hayal ediyorum ve her şeye rağmen yine yapardım diyorum.
KÜSKÜNLÜĞÜM YOK
Kırgınlık kelimesi sizin duygularınızı ifade ediyor mu, yoksa hafif mi kalıyor?
Bir kırgınlığım var mıdır, derseniz, bir kırgınlığım var tabii ki. Ama küsmedim, küsmem. Yaşadıklarım, asla beklediğim ve hak ettiğim bir durum değildi. Çünkü ben bu çemberin dışında, hatta karşısında yer aldım daima. Bütün eylemlerimiz kamunun gözü önünde olmuştur; daha geçen sene bu zamanlarda Zaman Gazetesi benim aleyhime üç gün üst üste yayın yapmış, sosyal medya hesaplarından tarafıma saldırmışlardır. FETÖ yapılanmasıyla özel ve kamusal hayatımda hiçbir kesişme noktam olmamıştır, olamaz da. Bunun zaten bilindiğini düşünüyordum. Ama hayatta insanın başına demek ki her şey gelebiliyormuş. Tabii başımıza gelen bu olayı hazmetmek çok kolay değil, kolay şeyler yaşamadık. Ama benim hayat felsefem haksızlığa uğramanın, haksızlık yapmaktan çok daha iyi olduğu yönündedir; o yüzden sorun yok, hayat devam ediyor.
100 GÜNÜN HİKAYESİ
Toplam 100 gün özgürlüğünüz elinizden alındı. Soruşturma başladığında size uzanacağını tahmin ettiniz mi?
Hayır, asla. Hiç tahmin edemezdim. Zaten şaşkınlığımızı üzerimizden atmış değiliz. Çünkü ne okullarına, dersanelerine gittim, ne kurumlarında çalıştım, ne bankasını kullandım, ne sendikasını bilirim, ne çocuklarım, ne de eşim onların eğitim kurumlarında eğitim almadı, ne yurtdışı ne de yurt içi gezilerine katıldım, ne toplantılarında bulundum. Israrla söylediğim gibi ben bu çemberin çok dışında oldum hep, dolayısıyla beklemiyordum böyle bir şey. Tabii, son yaşadığımız rektörlük seçimlerinin ve gitgide çirkinleşen üniversite içi kısır çekişmelerin bu süreçte payının olduğunu düşünüyorum. Zamanla gerçekler elbette ortaya çıkacaktır. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum.
81 GÜNDE 81 KİTAP
100 gün size neler kattı, sizden ne aldı, ne getirdi?
Aslında bu sürecin benden aldıklarına değil bana kattıklarına odaklanmak istiyorum. Ben yine bir hayat felsefesi olarak, başımıza gelenlerden değil ancak vereceğimiz tepkiden sorumlu olacağımıza inanırım. Dolayısı ile ne yaşarsak yaşayalım, bunu nasıl karşılayacağımız bize bağlıdır. Ben de bu süreci olabildiğince etkin ve verimli bir şekilde geçirmeye odaklandım. Yaşam üzerine, yaptıklarım, yapamadıklarım üzerine bol bol düşündüm, hayatı ve önceliklerimi yeniden sorguladım. Cezaevindeki 81 günde 81 kitap okuyarak ruhumu beslemeye çalıştım, notlar aldım. Yazacağım kitapların taslaklarını geliştirdim ve bir sosyal bilimci olarak içerinin insana kazandırabileceği duyarlılıkların farkına varmaya çalıştım, sosyal gözlem yaptım. Bunlar iyi yanları; ancak özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu, ailenin ne kadar değerli olduğunu ve onları yalnız koymanın ne kadar zor olduğunu da çok acı bir şekilde tecrübe ettim. Haklılığıma duyduğum inanç beni güçlü kıldı, gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkacağına inandım, adalete güvendim ve sadece zamanın geçmesini büyük bir tevekkülle bekledim. Geçti de nitekim…
Bundan sonrası için projeleriniz arasında neler var?
İletişimle ilgili bir kitap yazacağım. Bir de Akdeniz İletişim’in hikâyesini yazmayı düşünüyorum. Sanırım bunu herkesin bilmeye hakkı var.
İçeri girdiğinizde kendinize yönelik toplumsal bir tepki ya da destek oldu mu?
O yönde bir eğilim oldu. Kendilerince bir çözüm bulmak isteyen öğrencilerim, medyada çalışan mezunlarım, yakınlarım, arkadaşlarım hatta sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde fakülte olarak destek olduğumuz bir grup engelli çocuğumuz dahi seslerini farklı şekillerde duyurmak istedi. Ancak sürecin hassaslığı ve ciddiyeti gereği ben bu yöndeki bir tepkiyi uygun görmedim. Ama yine de beni tanıyan pek çok insanın, varoldukları platformlarda benim bu örgütle yakından uzaktan ilgimin olamayacağını ifade etmelerine ve böylesi hassas bir konuda vicdanlı ve hakkaniyetli davranıp ellerini taşın altına koymalarına minnet duyuyorum. O açıdan, yalnız bırakılmadığımı düşünüyorum.
İÇERİDEN ÇIKTIKTAN SONRA
Cezaevinden çıktıktan sonra ne tür zorluklar yaşadınız. Telefonunuza çıkmayan, sizi gördüğünde yolunu çeviren arkadaşlarınız oldu mu?
Bu tarz sıkıntıları yaşayan insanlar olduğunu gördüm ve duydum. Böyle bir realite var galiba. Ancak ben hiç üzerime alınmadım, hiç suçluluk psikolojisine de girmedim, girmeyeceğim de. Çünkü yanlış bir şey yapmadım, devletime ihanet etmedim;
sadece başıma bir kaza geldi, o kadar. Dolayısıyla kendi sosyal çevremle öncekinden farklı bir iletişimim olmadı. Ama tabii bu yaşananlar sadece bu adli veya idari sürece maruz kalanlar için değil, herkes için bir sınav. Bu noktada herkesin daha empatik, dikkatli ve duyarlı davranması gerektiğini düşünüyorum. Ben bana destek olmasını beklediğim, hatta beklemediğim insanlardan bu süreçte yeterli desteği aldığımı düşünüyorum, çok sağolsunlar.
15 Temmuz Gecesi neredeydiniz?
15 Temmuz gecesi Ankara TRT Arı Stüdyoları’nda TRT Geleceğin İletişimcileri Yarışması Ödül Töreni’ndeydim. Fakültemden hocalarım ve onlarca öğrencimle birlikte yine ödül almak, yine şampiyon olmak üzere davet edilmiştik. Program da Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da bulunuyordu ve tören canlı yayınlanıyordu. O korkunç gecede önce öğrencilerimizi otellerine gönderdikten sonra “darbeye hayır” hastagiyle öğrencilerimizin güvende olduğunu bildiren bir tweet attım. Ardından henüz Cumhurbaşkanımızın uçağı havadan inmemiş ve darbenin seyri belli olmamışken saat 01.00 civarıdarbeye karşı duyduğum tepkiyi gösterme adına, tarafımı belli eden şu tweeti paylaştım: “Gün demokrasiye ve milli iradeye sahip çıkma günüdür, inşallah milletimiz hep birlikte bu hainlerine gereken yanıtı verecektir.” Dolayısı ile darbenin gidişatı henüz belli değilken, kamusal alanda tavrımı belli ettim. Şayet darbe başarıya ulaşsaydı bu defa somut, delilli bir eylemimden dolayı muhtemelen yine tutuklanırdım.
Bir aile reisi olarak bundan sonra nasıl geçinmeyi düşünüyorsunuz. Bir de çok özel değilse, içerideyken çocuklarınızla ilişkiniz nasıl gelişti?
Mesleğime bir süre sonra döneceğime eminim. Tutuklu olduğum için ihraç edildim, bize böyle söylendi. Çünkü herhangi bir idari soruşturma geçirmeksizin kamudan atıldım. Tutukluluk halim sona erdiği, bu örgütle ilişkimin olmadığı ortaya çıktığı için, bir süre sonra kurulan ihraç komisyonlarında durumumun yeniden değerlendirileceğini ve üniversiteye döneceğimi düşünüyorum. O zaman gelinceye dek, bir şekilde idare edeceğiz. Çocuklar meselesine gelince, tüm bu garabetin en hassas meselesi çocuklar. Biri 7, diğeri 1 yaşında iki oğlum var. Küçük oğlum Erce’nin doğum gününü açık görüşte kutlamak zorunda kaldık, ilk adımlarına şahit olmadım ne yazık ki, ondan ayrı kalmak çok zordu ama büyük oğlum Egem ile yaşadıklarımız çok daha iç acıtıcıydı. Okula başladığı günü göremedim. Yanında olamadığım için o da okula gitmeyi reddetmiş. Yokluğumu kabullenemedi. 100 günde 3 kere görebildik birbirimizi sadece açık görüşlerde. Oysa o 3 günde 100 kere öpülmeye alışık… Ona tutuklu olduğumu söylemedik, beni yurtdışında bildi; cezaevini de özel izinle geldiğim gazete matbaası olarak anlattı annesi. Çok anlamamış gibi davrandı ama bence her şeyi anladı ve yalnızca sustu. Onun psikolojisi de içeride benim en büyük derdim oldu. Allaha şükür, arkamızda bıraktık.
Suçsuzluğunuzu topluma haykırmak ister misiniz?
Böyle bir ihtiyaç hissetmiyorum galiba. İçeride okumuştum, Cemil Meriç Bu Ülke kitabında, kendi hapishane deneyimi ile ilgili şunları söylüyor: “Hapishane. Dostların ihaneti, kopuşlar, yuvarlanışlar… Kendisinin olmayan bir dava yüzünden damgalandı ve uğrunda çarmıha gerildikleri onu taşladılar…” Bu duyguları birebir yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bu anlamda topluma suçsuz değilim diye haykırmak istiyor muyum, pek emin değilim; önemli olan galiba sizin kendinizin ne olduğunu bilmeniz ve vicdanınızın rahat olması…
Yorumlar
Kalan Karakter: