Yaklaşık 3,8 milyar yıldır ‘yaşam’ var gezegenimizde. Samanyolu’nun bir köşesindeki bu küçücük taş yığını, bugün milyonlarca canlı türünü barındırıyor. Renkli, şaşırtıcı, büyüleyici bir zenginlik…
Ve ne yazık ki geçici…
Dünya üzerindeki canlılar hep var oldu ve var olmaya devam edecek sananlar yanılıyor. Doğal süreçte bazı canlı türleri yok olabilir ve yenileri ortaya çıkabilir. Ancak ‘kitlesel yokoluş’ dediğimiz dönemlerde, türlerin önemli bir bölümü, hatta kimi zaman yüzde 96’sı yok olmuştur.
Beş büyük kitlesel yokoluş yaşandı gezegenimizin tarihinde. Altıncısının başladığından şüphesi yok bilim adamlarının. Ancak bu kez neden; öncekilerde olduğu gibi dünyaya çarpan dev bir göktaşı ya da patlayan bir süper volkan değil, gezegende yaşayan sayısız türden biri olan insanoğlunun ta kendisi!
Kendini gezegenin ‘efendisi’ ilan etmiş insanoğlu, Dünya üzerinde var olduğu kısacık sürede, yeni bir kitlesel yokoluşun altına imza atıyor. Aptallığının adını ‘gelişme’, ‘ilerleme’, ‘egemen olma’ gibi içi boş kavramlarla anlamlandırmaya çalışarak…
Bir avuç ‘aklı başında’ insan, bu gidişe dur demek için çabalıyor. Onlar da biliyor; son kavşağı çoktan geçtik, kaçınılmazı engellemenin yolu artık yok; ama biraz olsun ötelemeye, geciktirmeye çalışıyorlar. İleride çoğalacakları ve bir çözüm bulabilecekleri umudunu kaybetmeden…
* * * * *
İşte bu ‘bir avuç insan’ın küçük bir kısmı, Kuzey Ege’de, haritada zor görülen bir ada olan Bozcaada’da, bir festivalde buluştular. Dünyanın dört bir yanından yükselen çığlıklara kulak kabartmak, öğretmek ve öğrenmek, anlatmak ve anlamak için…
Bu yıl dördüncüsü düzenlendi Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nin. Özenle seçilmiş belgeseller; muhteşem doğası, ruhu bile okşayabilen havası ve güzel yürekli insanlarıyla konuklarını ağırlayan Bozcaada’nın salonlarında izleyicisiyle buluştular. İzlenilen her belgesel; salonu tıka basa dolduranları, iklim değişikliğinin hayatlarını altüst ettiği Kenyalı ya da Etiyopyalı çiftçilerin; Çin’deki ya da Hindistan’daki fabrikalarda ölümcül koşullarda çalışan, yavaş ve acılı bir ölüme sürüklenen çocuk işçilerin; Amazon ormanlarında değişen koşullara rağmen hayatta kalmaya çalışan yerlilerin; Dilovası’nda çevre kirliliği nedeniyle kanserle mücadele edenlerin; Finike’de taş ocaklarının hasta ettiği yerli halkın… yanıbaşına taşıdı.
Sanatın tartışılmaz gücüyle, izleyicinin yüzüne sert bir tokat gibi iniveren çıplak gerçekler; sorunun boyutunun, bildiğimizin, bilebileceğimizin çok ötesinde olduğunu ortaya koydu. Gezegenimizin ne kadar küçük ve kırılgan, sınırların ne kadar yapay olduğunu fark ettirdi. Bir belgeselde dile getirildiği gibi; “nehirlerin, denizlerin, gökyüzünün sınırları yoktur; bizim için ‘uzak’, bir başkası için ‘burası’dır.” Sorun hepimizin, çözüm hepimiziz…
* * * * *
Altıncı yokoluş başladı… Biz başlattık… Artık dönüşebilir çöpümüzü ayırarak ya da poşet kullanmayarak kurtulabileceğimizi sanma saflığından bir an önce vazgeçip çözümün parçası olmazsak, insanoğlunun sonu gelecek. Suçsuz milyonlarca türün de…
“Dur bakalım” anlayışının kolaycılığına ya da “benden sonra tufan” düşüncesinin umursamazlığına sığınarak, taşın altına elini koyanlardan olmazsak, yok olacağız. Sandığımızdan çok daha yakında hem de…
Yorumlar
Kalan Karakter: