Seçimden iki gün önce yürürlüğe giren bir yönetmelik, ana gündem olan seçimin gölgesinde kaldı. Oysa en az seçim kadar bu ülkenin bugününü ve geleceğini ilgilendiriyordu. 30 Ekim tarihli yönetmelik, meraların imara açılması için düzenlendi. Hem de “çok iyi durumda” olanların…
Bu konu, sadece hayvancılıkla uğraşan köylüyü ilgilendirir diye düşünüyorsanız, konuya biraz daha yakından bakmakta fayda var…
* * * * *
Küçük ve büyükbaş hayvanlar, ‘otçul’ dediğimiz türdendir; yani sadece ot yiyerek beslenirler. Yaklaşık 12 bin yıldır… Bu durum, 2. Dünya Savaşı sonrasında, insanoğlu tarafından değiştirilmiştir.
Savaş sonrasında aç ve hızla artan nüfusu beslemek için, Türkiye dahil birçok ülke, tahıl üretimine büyük destek verdi. 1950’li yıllarda, çiftçilik, zengin olmak demekti. Devlet destek veriyor, çiftçi üretiyor ve iyi kazanıyordu. Tahıl üretimi, dünyanın ihtiyacını kat be kat geçmişti; ancak, oy kaygısıyla, tahıla verilen sübvansiyonlar kesilemiyordu. Bu sorun; tahılın hayvanlara yedirilmesiyle çözülmeye çalışıldı. O tarihten itibaren, hayvancılık sektörünün girdisi, ot yerine tahıl olarak değişmeye başladı.
Oysa söz konusu hayvanlar, daha önce söylediğim gibi, ‘otçul’du; doğadaki her biri farklı değerde, besleyici ve şifalı otlarla besleniyorlardı. Bu yolla, hem kendileri için gerekli vitaminleri, mineralleri ve enzimleri alıyor; hem de etleriyle beslenen insanlara bunları taşıyorlardı. Tahılla beslenmeye başladıktan sonra, hem hayvanların sağlığı bozuldu, ömrü kısaldı; hem de insanların…
Benim iddiam değil bu; birçok araştırmayla desteklenmiş bilimsel bir gerçek. Yapılan araştırmalar, otla beslenen hayvanların ürünlerinin kalp krizini azalttığını; Alzheimer hastalığını engellediğini; kilo alımına izin vermediğini; vitamin açısından daha zengin olduğu için bağışıklık sistemini güçlendirdiğini; kanser oluşumunu yarı yarıya azalttığını; yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve trigliserit, kemik erimesi, insülin direnci, alerji gibi hastalıkların oluşumunu engellediğini ortaya koydu.
Kıssadan hisse; etini tükettiğimiz hayvanlar, ot tüketerek, doğanın iyileştirici gücünü bedenlerimize taşıyorlar. Ya tersi durumda? Yanıtı hepimiz biliyoruz aslında; giderek şişmanlayan insanlar, hızla artan diyabet, kalp hastalıkları ve kanser, her iki kişiden birinde görülen alerjik hastalıklar, daha önce tanışmadığımız birçok yeni hastalık…
* * * * *
‘Ot’un hayvanların ve dolayısıyla bizim için önemi açık. Gelelim meralara…
Otun, doğal bir biçimde, hiçbir insan emeği ya da etkisine gerek olmadan yetiştiği yerler, meralardır. Yani meralar, hepimizin sağlığının kaynağı olan doğal alanlardır aslında. Doğanın ‘bedelsiz’ sunduğu bir sağlık kaynağı… Ve değerini bilmediğimiz…
Çok uzun zamandır, dünyanın her yerinde meraları azaltıyoruz. Hem köylülerin yanlış kullanımı, hem de hükümetlerin yanlış toprak politikaları sonucunda azalan meralar; dünya insanının sağlık sorunlarının büyümesinin temel nedenlerinden. Bu gerçeği fark eden ülkeler, meraları yasalarla koruma altına alıyor.
Bizde de böyle olmuştu; yürürlükteki Mera Yönetmeliği, meraların yalnızca hayvancılık amacıyla kullanılmasını öngörüyor ve denetlenmesini zorunlu kılıyordu. Hayvancılık sektörü kadar insan sağlığının korunmasını da öngören bu uygulama, 30 Ekim tarihli yönetmelikle, tarihe karıştı.
Yeni yönetmelik, sunduğu sınırsız sağlığın yanı sıra, erozyonu önleyerek toprağımızı da koruyan meraların, hem de “çok iyi durumda” olan birinci sınıf meraların, “kentsel dönüşüm ve gelişim” için imara açılmasına olanak tanıyor. İsteyen kişi ya da firmalar, 20 yıllık ‘ot parası’nı ödeyerek, meralara bina dikebilecek.
20 yıl sonra ne olacağını önemsemeyen ve ‘ot parası’yla saman alınabileceğini, onun da ithal edileceğini bilen yönetim; bu yönetmelikle, sadece hayvancılığa değil, insan sağlığına da bir darbe daha vuruyor. Farkında olalım…