Bizim Kaleiçi bugünkü Kaleiçi gibi olmadan önce; bir başka Kaleiçi idi!
Tarihin bir olgusu olarak; bir belde de birçok kavim yani dili, dini farklı insanlar beraber yaşayabiliyorlardı.
Türk tarihinde; Türk ve Müslüman olmayanlar asla ayırt edilemez beraberce dostça yaşarlardı.
Herkes önce kendi ticaretine bakarlardı. Onların dini, dili ve kıyafetini yadırgamazlardı. Farklı kültürlerin oluşturduğu bu topluluklar o ülkede en hâkim dil hangisiyse onunla konuşurlardı.
Antalya tarihinde de böyle toplulukların iç içe yaşadıklarını biliyoruz. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman olanlar genellikle ayrı ayrı mahallelerde yaşarlardı.
Yazılı kaynaklarda az çok da olsa bunlar anlatılır.
Ama dikkatli bir gözlemci iseniz; Kaleiçi’nde bu farklı kültürde yaşayan insanların izlerini görebilirsiniz.
Onların; evleri, kapıları, pencereleri, çatıları ve bacaları bile farklı inşa edilmiştir.
Duvar süsleri, kapı girişleri, çeşmelerindeki farklılık görülebilir. Ve bunlar gizli değil açıktır. Her sokakta dikkatlice bakılınca görülecek o kadar şeyler var ki; onları fark etmek çok güzel bir duygudur inanın.
Bir pencerenin; demir süslemesinde “çiçek” gibi görünen şeyin aslında bir “haç” işareti olduğunu sizler de anlayabilirsiniz.
Arapça “Mâşallah” gibi yazıları da biliyorsanız okuyabilirsiniz.
Alâeddin Camii ve Yivli Minare ile Kesik minarenin eskiden “kilise” olduğunu bilenler bilir!
Suna İnan Kıraç Müzesi içinde de eski bir kilise bulunmuş ve restore edilerek müze haline getirilmiştir.
Orijinal yani “sözde” restore edilmemiş ev sayısı çok azdır. Dünden bize yadigâr kalan bu yapılar maalesef restore sırasında yıkılıp atılmaktadır.
Çıkan her türlü tarihi eser; binanın yapımını durdurmasın düşüncesiyle hemen örtülmekte ve 50 santimetrelik temeller ile üzerlerine yeni binalar kondurulmaktadır.
Asırlar sonra gün yüzüne çıkan bu güzelim eserler böylelikle tekrar toprağın altına gömülüp gidilmektedir!
Tarih eser zengini Kaleiçi; bugün hiçbir tarihi eserini sergileyememektedir.
Sorumlusu; Turizm Bakanlığı’dır. Ve bu bakanlığa bağlı hangi kurumlar varsa hepsi aynı derecede sorumludurlar.
Gerçi onlar da bir konuda haklıdırlar!
Diyelim temelden o tarihi eserler çıktı!
Kim ne yapacak? Kim ilgilenecek?
Bakanlığın ne zamanı, ne kadrosu ne de bütçesi böyle bir çalışmaya yetmez ki!
Turizm Bakanları hep siyasetçi olduklarından; siyasete ağırlık vermişler; Bakanlık görevlerini hakkıyla yerine getirmemişlerdir.
Zırt pırt Bakan değişince; o Bakanın dinlediği, not ettiği tüm projeleri de onunla beraber “toz” olup gitmektedir.
Yeni Bakan da nereye bakacağını öğreninceye kadar; yerine bir yenisi gelmekte dolayısıyla “turizm hep yerinde” saymaktadır.
“Turizmi tsunami” yok etmektedir.
Bakan nerede?
Mecliste!
Ne yapıyor? Siyaset!
İyi güzel de Bakan iseniz gelin dolaşın tüm Türkiye’yi; turizmle turizmcilerle yani onların sorunlarıyla ilgilenin.
Antalya’ya “otel” açmak için gelmeyin.
Bugünkü tarihi kimse ne anlıyor, ne de biliyor. Sizler de önemsemiyorsunuz. Kültürel ve sanatsal eserler kadar, onları yapan insanları tanıtan hiçbir girişiminiz yok.
Bugün hangi kanalda, gazetede kültür ve sanatsal hizmetler okunuyor ya da izletiliyor?
Teşvik yok!
İşimiz gücümüz siyaset!
“PAPAZIN ÇEŞMESİ”
Konu nereden nereye geldi! Bir arkadaşımız Kaleiçi’ndeki konağın içinde çektiği fotoğrafı bana gösterdi. Hatta WhatsApp ile bir kopyasını gönderdi.
Hemen o konağa gidip ben de yakından görmek istedim ama yoklarmış.
Ama ben yine dayanamadım Kaleiçi’ndeki bu güzel eserin fotoğrafını sahibinin de affına sığınarak sizlerle paylaşmak istedim.
Kaleiçi işte içinde böyle nice güzellikler taşımaktadır.
Gezmek ve görmek gerekir.
::::: :::::
GİDİYORDUM “GİTME KAL” DEDİLER
Önce Antalya ve sonra da Hürses Gazetesi’nde haftada bir de olsa sizlerle Kaleiçi gözlemlerimi paylaşıyorum; yıllardır.
Ben istiyorum ki bugünkü Kaleiçi; dünkü Kaleiçi gibi “aynı” olsun.
Kolay değil biliyorum ama bakıyorum Kaleiçi Kaleiçilikten çıkıyor; adeta bir “tatil köyü” havasına sokuluyor! Bu da beni haliyle üzüyor. Geçen haftaki bir yazımda “sitem” ederek “gidiyorum, siz ne yaparsanız yapın!” diye yazdım.
Nereden yazdım; keşke yazmasaydım. HÜRSES Gazetemizin nezih yazarı Sayın Metin Özdoğan; 14 Ağustos 2016 Pazar günkü (sayfa:7) köşe yazısının tamamını benim gitmeme ayırmış!
“GİDİYOR-MUŞ! YA KALEİÇİ? YA ASAT” diye başladığı yazısında; benim gitmemin Kaleiçi sorunları karşısında “pes” etmek anlamına geldiğini yazmış.
Sen kaçarsan; Kaleiçi ve ben kaçarsam Patara-YALI’sı bensiz kalmaz mı?
…
Pes ediyoruz mu diyelim? Zinhar olmaz. Yok, öyle yağma. Sonuna kadar devam. Ne kaçacağız ve ne de göçeceğiz.”
Beni duygulandıran böyle bir güzel yazı yazmış.
Konularımız farklı bile olsa; Metin beyin kalbi de sizler gibi Kaleiçi için çarpıyor, belli!
Ben bu iltifatlara layık değilim, teşekkür ederim.
Gün gelir Kaleiçi’nden ayrılırsam; hep bu şarkıyı söyleyeceğim içimden;
“AYRILSAK DA BERABERİZ”
Yorumlar
Kalan Karakter: