Diğer toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunun da kadın ve erkekler için öngördüğü kalıpları var.
Her topluma göre değişen bu roller, sosyal hayattaki kadın-erkek algısının, eşitliğinin ve eşitsizliğinin temelini oluşturuyor.
Avrupa’daki faşist rejimin kadının en temel haklarını yok saydığı 1920-30’lu yıllarda Mussolini yönetiminde kadınlar işsiz, eğitimsiz bırakılıp sadece aile bekçisi ve anne olmaya, çocuk doğurmaya zorlanmışlardı.
Nazi Almanya’sında durum İtalya’dan farklı değildi.
Hitler de çıkardığı bir yasayla, evli bütün kadınları işten çıkarmış, çalışma önceliğini erkeklere vermişti.
Bugün hayranlıkla yüzümüzü çevirdiğimiz, kendisini ‘hürriyetlerin koruyucusu, modernliğin ve uygarlığın temsilcisi’ gibi gösteren batı kadınlarının sahip olmadığı haklara, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ile o yıllarda biz Türk kadınları sahipti.
Atatürk, daha cumhuriyeti ilan etmeden, kadının yeri ve işlevi konusundaki görüşlerini şu sözlerle belirtiyordu. "Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça, öbür yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok; ilerici adımlar, dediğim gibi iki cins tarafından, birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerleme düzeyinde aşamalar birlikte geçilmelidir. Böyle olursa devrim başarıya ulaşır."
Türkiye'yi çağdaş, demokratik, laik bir ülke yapan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk kadınlarına verdiği bu haklara ne yazık ki yeteri kadar sahip çıkamadık…
Günümüz Türkiye’sinde yaşam, erkek hâkimiyeti ile tezahür etmektedir.
Ataerkil toplum değerleri baskın hale gelmiş ve kadına yüklenen ikincil rol, kadınları erkeklere göre daha eşitsiz durumda bırakmıştır.
Toplumsal cinsiyetçilik bakış açısı ve yüklenen bu rol ile kadın; eğitimden ve siyasetten yoksun, ekonomik bakımdan sömürülmüş, cinsel olarak nesneleştirilmiş, tacize ve tecavüze maruz bırakılmış, ikincil konuma dönüştürülmüştür.
Günümüzde büyük şehir yaşamlarına baktığımız da, ikincil rolümüz daha da belirginleşmiştir.
Nitekim, Atatürk’ten sonra kadını hayattan dışlamaya yönelik gerici çabalar başarılı olmuştur.
Hal böyle olunca; kanun ve yasaları çıkartan, insanların davranışlarını yönlendiren, neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu belirleyen, ülke ve kentle ilgili karar vericilerin erkek olması hali ile erkek egemenliği meşrulaştırılmıştır.
Ülkenin genelinde ki, görünürde karar vericilerin erkek olduğu hal, Antalya’da yakın zamana kadar görülenden farklı işliyordu.
Bu kent; arka planda etkin bir kadın tarafından yönetiliyordu.
Her ne kadar kendisinin tarafı olmasam da, kentte karar verici pek çok erkeğin, kendi çıkarları uğruna bu kadına biat ettiklerine bizzat şahitlik ettim.
O günlerde bu kentte, onun istemediği bir kararın hayata geçemediğini görmek bana
Maria Antonietta Macciocchi’nin “Hiçbir önemli gerici hareket, kadınların desteği olmaksızın iktidardaki durumunu sürdürememiştir; ama tersine hiçbir diktatörlük de kadınların mücadelesi olmaksızın devrilmemiştir” sözlerini hatırlatırdı.
Her ne kadar o dönem şahsımın, her türlü faaliyetten ihraç edilme zamanına denk gelmesine rağmen, kendisinin kentte ki ‘meşrulaştırılmış erkekliğe’ meydan okuyuşuna teslim olan erkeklerin halini izlemenin bana keyif verdiğini itiraf etmeliyim.
Aslına bakarsanız; kendisi ile ilk tanıştığımda, kentte ki kadınların ‘erkek meclislerine eşit bir birey olarak katılımının öncüsü olur’ ve Jackques Ranciere’in dediği gibi ‘görülmeyene görünürlük ,duyulmayana duyulurluk’ kazandırır düşüncesine sahiptim.
Yine de haksızlık etmek istemem kendisine…
Kadının kamusal alandan sürgün edildiği bir düzende, o da ikincil rol yüklenmiş kadınlardan biri olarak, ancak bir erkeğin gölgesinde, vizyonu ve hırsları kadar etkinlik yaratabildi.
Zamanında koca koca iş adamları, kentin ileri gelenlerinin, adeta aşı-ekmeği ondan menkul hallerde ki erkeklerin, onun gidişi ile derin bir ‘ohhh’ çekmeleri ise ayrı bir ironi !!!
Varlığında sessiz çığlık atan, bugün yeniden seslerinin yükselmesini gözlemlediğim,
kentin karar verici olma çabasındaki erkeklerin bu halleri…
Concorde Meydanında idam edilmeden önce ‘Bu an, cesaretinizi kuşanmanız gereken andır’ diyen papaza ‘Cesaret mi? Tüm sıkıntılarımın sona ereceği bu an, cesaretimin yüzümü kara çıkaracağı an değildir’ cevabını veren ‘Marie Antoinette’nin giyotinle idam edilmesini coşku ve çığlıklarla izleyen kalabalığının halleri ile aynı.
Sağlıkla Kalın…
Her topluma göre değişen bu roller, sosyal hayattaki kadın-erkek algısının, eşitliğinin ve eşitsizliğinin temelini oluşturuyor.
Avrupa’daki faşist rejimin kadının en temel haklarını yok saydığı 1920-30’lu yıllarda Mussolini yönetiminde kadınlar işsiz, eğitimsiz bırakılıp sadece aile bekçisi ve anne olmaya, çocuk doğurmaya zorlanmışlardı.
Nazi Almanya’sında durum İtalya’dan farklı değildi.
Hitler de çıkardığı bir yasayla, evli bütün kadınları işten çıkarmış, çalışma önceliğini erkeklere vermişti.
Bugün hayranlıkla yüzümüzü çevirdiğimiz, kendisini ‘hürriyetlerin koruyucusu, modernliğin ve uygarlığın temsilcisi’ gibi gösteren batı kadınlarının sahip olmadığı haklara, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ile o yıllarda biz Türk kadınları sahipti.
Atatürk, daha cumhuriyeti ilan etmeden, kadının yeri ve işlevi konusundaki görüşlerini şu sözlerle belirtiyordu. "Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça, öbür yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok; ilerici adımlar, dediğim gibi iki cins tarafından, birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerleme düzeyinde aşamalar birlikte geçilmelidir. Böyle olursa devrim başarıya ulaşır."
Türkiye'yi çağdaş, demokratik, laik bir ülke yapan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk kadınlarına verdiği bu haklara ne yazık ki yeteri kadar sahip çıkamadık…
Günümüz Türkiye’sinde yaşam, erkek hâkimiyeti ile tezahür etmektedir.
Ataerkil toplum değerleri baskın hale gelmiş ve kadına yüklenen ikincil rol, kadınları erkeklere göre daha eşitsiz durumda bırakmıştır.
Toplumsal cinsiyetçilik bakış açısı ve yüklenen bu rol ile kadın; eğitimden ve siyasetten yoksun, ekonomik bakımdan sömürülmüş, cinsel olarak nesneleştirilmiş, tacize ve tecavüze maruz bırakılmış, ikincil konuma dönüştürülmüştür.
Günümüzde büyük şehir yaşamlarına baktığımız da, ikincil rolümüz daha da belirginleşmiştir.
Nitekim, Atatürk’ten sonra kadını hayattan dışlamaya yönelik gerici çabalar başarılı olmuştur.
Hal böyle olunca; kanun ve yasaları çıkartan, insanların davranışlarını yönlendiren, neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu belirleyen, ülke ve kentle ilgili karar vericilerin erkek olması hali ile erkek egemenliği meşrulaştırılmıştır.
Ülkenin genelinde ki, görünürde karar vericilerin erkek olduğu hal, Antalya’da yakın zamana kadar görülenden farklı işliyordu.
Bu kent; arka planda etkin bir kadın tarafından yönetiliyordu.
Her ne kadar kendisinin tarafı olmasam da, kentte karar verici pek çok erkeğin, kendi çıkarları uğruna bu kadına biat ettiklerine bizzat şahitlik ettim.
O günlerde bu kentte, onun istemediği bir kararın hayata geçemediğini görmek bana
Maria Antonietta Macciocchi’nin “Hiçbir önemli gerici hareket, kadınların desteği olmaksızın iktidardaki durumunu sürdürememiştir; ama tersine hiçbir diktatörlük de kadınların mücadelesi olmaksızın devrilmemiştir” sözlerini hatırlatırdı.
Her ne kadar o dönem şahsımın, her türlü faaliyetten ihraç edilme zamanına denk gelmesine rağmen, kendisinin kentte ki ‘meşrulaştırılmış erkekliğe’ meydan okuyuşuna teslim olan erkeklerin halini izlemenin bana keyif verdiğini itiraf etmeliyim.
Aslına bakarsanız; kendisi ile ilk tanıştığımda, kentte ki kadınların ‘erkek meclislerine eşit bir birey olarak katılımının öncüsü olur’ ve Jackques Ranciere’in dediği gibi ‘görülmeyene görünürlük ,duyulmayana duyulurluk’ kazandırır düşüncesine sahiptim.
Yine de haksızlık etmek istemem kendisine…
Kadının kamusal alandan sürgün edildiği bir düzende, o da ikincil rol yüklenmiş kadınlardan biri olarak, ancak bir erkeğin gölgesinde, vizyonu ve hırsları kadar etkinlik yaratabildi.
Zamanında koca koca iş adamları, kentin ileri gelenlerinin, adeta aşı-ekmeği ondan menkul hallerde ki erkeklerin, onun gidişi ile derin bir ‘ohhh’ çekmeleri ise ayrı bir ironi !!!
Varlığında sessiz çığlık atan, bugün yeniden seslerinin yükselmesini gözlemlediğim,
kentin karar verici olma çabasındaki erkeklerin bu halleri…
Concorde Meydanında idam edilmeden önce ‘Bu an, cesaretinizi kuşanmanız gereken andır’ diyen papaza ‘Cesaret mi? Tüm sıkıntılarımın sona ereceği bu an, cesaretimin yüzümü kara çıkaracağı an değildir’ cevabını veren ‘Marie Antoinette’nin giyotinle idam edilmesini coşku ve çığlıklarla izleyen kalabalığının halleri ile aynı.
Sağlıkla Kalın…