Aynı dönemlerde yabancı sermayelerin ülkeye girmesi, hızlı kentleşme ve ulusal basının ortaya çıkması ile Türkiye’de büyük değişimler yaşandı.
O dönem futbol bir sektör, futbolcu olmak ise profesyonel bir meslek olmaya başladı.
Futbolun profesyonelleşmesi, ticarileşmesi, toplumun ilgisi, siyasetin müdahalesini arttırmıştır.
Her kentte bir futbol takımı kurulmuş, hatta ikinci ve üçüncü futbol ligleri oluşturulmuştur.
Şehrin milletvekilleri takımlarını 1. ligde olması için büyük çaba içinde olmuşlardır.
Partiler, kentin takımına gösterdikleri ilgi ile seçimlerde taraftarların oylarından yararlanmayı iş edinmişlerdir.
Kentin takımına yakın durarak seçimi kazanma istekleri ile futbola bulaşan siyaset, büyük bir kirlilik yaratmış olsa da, bakanlardan, milletvekillerine birçok siyasetçi aday olduğu ilin futbol kulüplerine olan ilgileri ile dikkat çekmiştir.
2000’li yılların başlarına geldiğimizde ise seçimler öncesi siyasiler vaatte, kulüpler de istekte sınır tanımaz hale gelmişlerdir.
Kulüpler büyük çoğunlukla belediye bünyesinde oluşturulmuş şirketlerden birine bağlı kurulan A.Ş’ler ile devam ederken, 2004 yılında yapılan yasal değişikliklerle belediye başkanlarının kulüp başkanlıkları sona ermiştir.
Ancak bu tarihten sonra, bu kulüplerin başkanlığını, bu kez belediye başkanı yerine, ya belediyeye ait şirketlerden birisinin müdürü ya da belediye meclis üyelerinden birisi emanetçi sıfatıyla yürütmüştür.
Belediye başkanları ve kentin siyasileri, İktidarlarını devam ettirmek, oy potansiyellerini arttırmak ve siyasi rant sağlamak için yıllarca futbolu propaganda aracı olarak kullanmayı başarmışlardır.
Elbette futbolun, kaynak, kolaylık, istisna, otorite, kayırma ve imtiyaz için siyasal desteğe ihtiyacı olduğu gibi siyasilerin de futbol ile yakından ilgilenmelerinin tek sebebi, futbola olan sadece sevgileri değildir.
Hal böyle olunca, yukarıda anlattığım süreci ve Antalya’da futbolun toplum üzerindeki etkisinin ve öneminin farkına varan ve bu durumu en iyi şekilde kullanmayı başaran siyasilerin başını Menderes Türel’in çektiğini söyleyebilirim.
Türel’in Antalyaspor sevdasını inkar etmek nankörlük olur.
2004’te belediye başkanı seçildiğinde ki alaka ile yeniden başkan seçildiği 2014 yılında, Gencer’in başkanlığında ki Antalyaspor ‘a olan alakanın aynı olmadığı, yeteri kadar destek olmadığı ise o yıllarda Gencer’in gazete manşetlerine bakarak hatırlanabilir.
Sonrasında malumunuz Gencer istifa etmiş ve Gencer yerine başkan Ali Şafak Öztürk olmuştur. Öztürk ile beraber Antalyaspor alakasının arttığını görmüş, ama en bariz alakasını bizzat nerede olduğunu size hatırlatmak istiyorum.
10 Ocak 2018 tarihinde yapılan genel kurulda yani Ali Şafak Öztürk başkanlık koltuğunu Cihan Bulut’a teslim ettiği gün ‘Onursal Başkan’ olarak yaptığı konuşmada “Gecemi gündüzümü, Antalyaspor’a kaynak, yani para bulmak için harcayacağım’ vaati ile göstermiştir.O gün genel kurulda ki tüm Antalyasporlular, başkanı ayakta alkışlamışlardı. Sonrasında ise 8 ay içinde Cihan Bulut başkanlık koltuğunu bıraktı. Türel de sevdası Antalyaspor’u seçim telaşesi içerisinde yeniden Ali Şafak Öztürk ‘e emanet etti.
Antalyaspor Dernek Başkanı Nafiz Tanır da koltuğu Ali şafak Öztürk’e bıraktı.
Her şey yolunda derken Antalyaspor, Öztürk ailesinin kişisel kefaleti ile aldığı kredi ile parasal problemlerin çözülmesinin dayanılmaz hafifliğinde yönetildiği düşünülürken, halen oğlunun başkan olduğu kulüpte, yıllarca yönetici olmakla beraber sayın Öztürk’ün şirket avukatı ve aile dostu olan Bora Terzioğlu’nun yönetim kurulu üyesi ve profesyonellerle olan Antalyaspor menfaatleri, yönetim anlayışı bağlamında bakış açısının farklılığı nedeni ile ortak paydada buluşamama gerekçesi ile ayrılması gündeme bomba gibi düştü. Hemen sonrasında Fikret Öztürk; ‘Oğlum AŞ başkanı kalsın, ben de dernekte başkan olayım’ kararı almalı ki, 29 haziran genel kurul duyurusu ve Fikret Öztürk’ün adaylığı kulislerde konuşulur oldu.
Fikret Öztürk’ün iş insanlığı ve başarısı OPET gibi bir markanın patronluğu ile sabit ve başından beri kendisinin arka planda Antalyaspor’u yönettiği tüm kamuoyu tarafından biliniyorken; yaklaşık on ay sonrasında baba Fikret Öztürk, ‘Oğlum AŞ başkanı kalsın, ben de dernekte başkan olayım’ kararı, ‘Oğlunun iki başkanlığı bir arada yürütemediği ‘ algısı yarattığı ve bu algıya kendisi bizzat kanaat getirmiş olmalı ki, kendisinin aday olduğunu kamuoyuna sergilemekten kaçınmaması benim kafamı karıştırdı.
Öztürk, kararlarını ortak akıl ile mi yürütüyor bilmem, ama bildiğim bir şey var ki çevresinde vazgeçilmez isim olan Emin Hesapçıoğlu’na çok güveniyor.
Neyse, atalarımızın çok kullandığı bir sözle bugünlük aranızdan ayrılıyorum.
"Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner"
Sağlıkla kalın…
Yorumlar
Kalan Karakter: